bugün wiki təsadüfi son
sözaltı sözlük
məsləhət postlar mesaj Profil

...

the kugelmass episode

| ədəbiyyat
350 | 3 | 10

əjdahalar  googlla
side effects

    Yalnız deyilsən!

    Bu duyğuların müvəqqəti olduğunu və kömək mövcud olduğunu bilmək vacibdir. Dostlarınıza, ailənizə, profesionallara müraciət etməyiniz vacibdir. Sizi dinləmək və lazım olan dəstəyi təmin etmək istəyən insanlar var. Sözlük yazarları olaraq səni hər zaman dinləyə bilərik.

    Əgər yalnız hiss edirsənsə, 860 qaynar xəttinə müraciət etməyini tövsiyə edirik.

    1. woody allenin side effects kitabındakı məhşur hekayələrindən biri. hekayədə kugelmass sırf sevgili tapa bilmək üçün bir sehirbaza pul verib bir romanın içinə girir və bir qadınla sevgili olur. sonra onu indiki dünyaya gətirir və geri qaytarmaqda çətinlik çəkir. woody allen gülməli olmağa çalışdığı digər müvəffəqiyyətsiz hekayəlırinə baxmayaraq bu hekayədə babat tutuzdurub.

    4 əjdaha!

    23.08.2016 01:57, timidus

    Yalnız deyilsən!

    Bu duyğuların müvəqqəti olduğunu və kömək mövcud olduğunu bilmək vacibdir. Dostlarınıza, ailənizə, profesionallara müraciət etməyiniz vacibdir. Sizi dinləmək və lazım olan dəstəyi təmin etmək istəyən insanlar var. Sözlük yazarları olaraq səni hər zaman dinləyə bilərik.

    Əgər yalnız hiss edirsənsə, 860 qaynar xəttinə müraciət etməyini tövsiyə edirik.

    2. woody allen
    city college’da beşeri bilimler profesörü olan kugelmass, ikinci mutsuz evliliğini yaşamaktaydı. daphne kugelmass, bir eblehti. ilk karısı flo’dan da iki durgun zekalı oğlu olan profesör, boğazına kadar nafaka borcuna batmış durumdaydı.
    “nereden bilecektim bu duruma düşeceğimi,” diye yakınmıştı kugelmass terapistine bir gün. “daphne gelecek vaat ediyordu. ipin ucunu kaçırıp deniz topu gibi şişebileceği kimin aklına gelirdi? üstelik üç beş kuruşu da vardı; belki biriyle evlenmek için tek başına sağlıklı bir neden değildir bu, ama benim durumumdayken de zararı dokunmaz. bilmem anlatabiliyor muyum?”
    kugelmass keldi ve bir ayı kadar kıllıydı, ama hiç değilse ince bir ruhu vardı adamın.
    “başka bir kadınla tanışmam lazım,” diye devam etmişti. “bir kaçamak yaşamam lazım. böyle göründüğüme bakma, ben aslında aşk adamıyım. yumuşaklığa ihtiyacım var, flörte ihtiyacım var. yaşım ilerliyor artık. çok geç kalmadan venedik’te sevişmeli, kulüp 21’de kulaklara hoş sözler fısıldamalı, mum ışığı ve kırmızı şarap eşliğinde delici bakışlar atmalıyım. anlıyor musun beni?”
    dr. mandel sandalyesinde şöyle bir hareket ettikten sonra konuştu: “kaçamak yaşamak hiçbir şeyi çözmez. hiç gerçekçi davranmıyorsunuz. sorunlarınız bundan çok daha derinde.”
    “söz konusu kaçamağın çok gizli olması gerek,” diye devam etti kugelmass. “ikinci bir boşanmayı kaldıramam. daphne çamına ot tıkar.”
    “bay kugelmass…”
    “city college’dan kimse olamaz çünkü daphne de burada çalışıyor. zaten öğretim üyeleri arasında öyle ahım şahım kimse yok da, bazı öğrenciler var gerçi…”
    “bay kugelmass…”
    “yardım edin bana. dün gece bir rüya gördüm. bir kırda seke seke dolaşıyordum, kolumda da bir piknik sepeti… sepetin üzerinde ‘seçenekler’ yazıyordu. sonra bir baktım ki dibi delikmiş.”
    “yapabileceğiniz en kötü şey, duygularınızı dışa vurmak. hissettiklerinizi burada bana anlatın, birlikte analiz edelim. bir gecede iyileşme yaşanamayacağını bilecek kadar uzun süredir hastamsınız benim. ayrıca ben terapistim, büyücü değil.”
    “o zaman benim bir büyücüye ihtiyacım var,” diye koltuktan kalkan kugelmass, bir daha terapiye gitmedi.
    iki hafta sonra, kugelmass ve daphne evlerinde iki köhne mobilya gibi somurturlarken telefon çaldı.
    “ben bakarım,” dedi kugelmass. “efendim?”
    “kugelmass?” dedi bir ses. “kugelmass, ben persky.”
    “kim?”
    “persky. muhteşem persky desem tanırsın belki.”
    “pardon?”
    “hayatına biraz heyecan katsın diye yana yakıla büyücü arıyormuşsun diye duydum. doğru mu, değil mi?”
    “şşşt!” diye fısıldadı kugelmass. “kapatma sakın. nereden arıyorsun, persky?”
    kugelmass ertesi gün öğleden sonra, brooklyn’in bushwick semtindeki bakımsız bir apartmanın üçüncü katına çıktı. koridorun karanlığına gözü alıştıktan sonra, aradığı kapıyı buldu ve zile bastı. pişman olacağım, dedi kendi kendine.
    birkaç saniye sonra, karşısında kısa boylu, cılız, soluk benizli bir adam duruyordu.
    “büyük persky dedikleri sen misin?” diye sordu.
    “muhteşem persky. çay ister misin?”
    “hayır, romans istiyorum. müzik istiyorum. aşk ve güzellik istiyorum.”
    “ama çay istemiyorsun ha? inanılmaz. otur bakalım.” persky arka tarafa geçti ve kugelmass’ın kulağına birtakım kolilerin, mobilyaların yer değiştirme sesi geldi. ardından persky, küçük rulmanlar üzerine oturtulmuş büyük bir kutuyu iterek ortaya çıktı. kutunun tepesindeki birkaç eski ipek mendili kaldırdı ve üfleyerek tozları dağıttı. ucuz görünümlü, kötü cilalanmış, çin işi bir dolaptı bu.
    “persky,” dedi kugelmass, “nasıl bir dolandırıcısın sen?” “dikkat et şimdi,” dedi persky. “çok güzel bir nane bu. geçen yıl pythias şövalyeleri toplantısı için yaptırmıştım ama sonra iş yattı. dolaba gir.”
    “niye, sonra içine kılıç filan sokasın diye mi?”
    “ortada kılıç görüyor musun?”
    kugelmass suratını buruşturdu ve homurdanarak dolaba girdi. tam yüzüne denk gelen yerde, kontrplağa yapıştırılmış iki çirkin yapay elmas dikkatini çekti. “eğer dalga geçiyorsan…” dedi.
    ‘yok öyle bir şey. olay şu: bu dolapta senin yanına bir roman bırakıp dolabın kapağını kapatır, tepesine de üç kez vurursam, o kitabın içine girersin.”
    kugelmass, inanmadığını göstermek için sırıttı.
    “tanrı bana el verdi sanki,” dedi persky. “sadece roman da değil. öykü olur, oyun olur, şiir olur. dünyanın en iyi edebiyatçılarının yarattığı en şahane kadınlarla tanışabilirsin. içinden kim geçiyorsa. gücünün yettiği kadar takılırsın artık. yeter dediğinde de bana sesleniver, göz açıp kapayıncaya kadar çıkartırım seni.”
    “persky, yakın zamanda akıl hastanesinde bulundun mu?”
    “ciddiyim diyorum sana,” dedi persky.
    kugelmass hâlâ kuşkuluydu. “yani evde yaptığın şu uydurma dolap bana böyle maceralar mı yaşatacak?”
    “iki onluğa patlar.”
    kugelmass cüzdanını çıkardı. “görmeden inanmayacağım ya, neyse,” dedi.
    persky paraları cebine tıkıştırdıktan sonra kitaplığına döndü. “kiminle tanışmak istersin bakalım? rahibe carrie? hester prynne? ophelia? saul bellow’un yazdığı biri de olabilir. temple drake’e ne dersin? gerçi senin yaşında adamı biraz zorlar.”
    “fransız olsun. bir fransız kadınla aşk yaşamak istiyorum.”
    “savaş ve barış’taki nataşa’ya ne dersin?”
    “fransız dedim. buldum! emma bovary olur mu? tam bana göre biri.”
    “nasıl istersen kugelmass. işini bitirdiğinde sesleniver.” persky, flaubert’in romanını dolaba koydu.
    “güvenli bir numara mı bu?” diye sordu kugelmass, persky kapakları kapatırken.
    “şu çılgın dünyada güvenli bir şey kaldı mı?” persky, dolabın tepesine üç kez vurdu ve kapakları tekrar ardına kadar açtı.
    kugelmass kaybolmuştu. aynı anda, charles ve emma bovary’nin yonville’deki evlerinin yatak odasında buldu kendisini. karşısında, ona arkasını dönmüş, yatak toplayan güzel bir kadın vardı. inanamıyorum, diye düşündü kugelmass, doktorun yanıp tutuşan karısı karşımda. tekinsiz bir durum. ben buradayım. kadın da o.
    emma, arkasını döndüğünde sıçradı. “aman tanrım, beni korkuttunuz,” dedi. “kimsiniz kuzum?” romanın çevirisindeki özenli dille konuşuyordu.
    dehşetengiz bir şey, diye düşündü. derken, kadının onunla konuştuğunu fark edince, “affedersiniz,” dedi, “ben sidney kugelmass. city college’da öğretim üyesiyim. beşeri bilimler dalında. ccny neresi derseniz, şehrin yukarısında kalıyor. of be!” emma bovary cilveli bir gülücük attı ve, “bir içki ister misiniz?” dedi. “bir kadeh şarap mesela?”
    işte bu güzel, diye düşündü kugelmass. yatağını paylaştığı mağara cücesinden ne kadar da farklıydı! karşısındaki görüntüyü kollarına almak ve ona hayatının kadını olduğunu söylemek istedi.
    “şarap içerim,” dedi çatlak bir sesle. “beyaz olsun. yok, kırmızı. yok yok, beyaz. beyaz olsun.”
    “charles bütün gün gelmez,” dedi emma, niyetini sezdiren işveli bir sesle.
    şaraptan sonra fransa’nın muhteşem doğasında bir yürüyüşe çıktılar. “hep esrarengiz bir yabancının çıkagelip beni bu bayağı kırsal hayatın tekdüzeliğinden kurtaracağını hayal etmiştim,” dedi emma, adamın elini tutarak. küçük bir kilisenin yanından geçtiler. “giysilerinizi çok beğendim,” diye mırıldandı. “buralarda hiç böylesini görmemiştim. çok… çok modern.” “spor ceket diyorlar,” dedi romantikçe. “indirimdeydi.” aniden kadını öptü. sonraki bir saat boyunca, bir ağacın altına uzanıp birbirlerine güzel sözler fısıldadılar ve sözle ifade edemediklerini, çok derin, anlamlı bakışlarla anlattılar. derken kugelmass dikildi. bloomingdale’de daphne ile buluşacağını hatırlamıştı. “şimdi gitmem gerek,” dedi kadına. “ama merak etme, tekrar geleceğim.”
    “umarım,” dedi emma.
    kadına tutkuyla sarıldı, ardından birlikte eve yürüdüler. emma’nın yüzünü avuçladı, dudaklarını tekrar öptü ve seslendi, “tamamdır persky, al beni! üç buçukta bloomingdale’de olmam gerek.”
    hafif bir küt sesinin ardından kugelmass gözünü brooklyn’de açtı.
    “dolandırmış mıyım seni?” diye sordu persky muzafferce.
    “lexington caddesi’nde prangamla buluşmam lazım, geç kaldım. tekrar ne zaman gelebilirim? yarın olur mu?”
    “zevkle. bir yirmilik getir ve bundan kimseye söz etme yeter.”
    “yok canım. bir rupert murdoch’u arayacağım, o kadar.”
    kugelmass bir taksi çevirdi ve hızla şehir merkezine doğru yol almaya başladı. kalbi yerinden fırlayacaktı. âşık oldum, diye geçiyordu içinden, üstelik muhteşem bir sırrım var artık. bilmediği şeyse, o anda ülkenin yüzlerce okulunda binlerce öğrencinin öğretmenlerine, “yüzüncü sayfada madam bovary ile öpüşen bu kel yahudi kim?” diye sorduklarıydı. güney dakota’nın sioux falls kentindeki bir öğretmen içini çekti ve zıkkımın kökünü içsin bu çocuklar, dedi kendi kendine. akılları başka şeye çalışmıyor.
    kugelmass nefes nefese yetiştiğinde, daphne kugelmass, bloomingdale’in banyo aksesuarları bölümündeydi. “nerede kaldın?” diye terslendi. “saat dört buçuk oldu.”
    “trafiğe takıldım.”
    kugelmass ertesi gün de persky’ye gitti ve birkaç dakika içinde sihir yoluyla yonville’e ulaştı. emma, onu gördüğünde heyecanını saklayamadı. birlikte saatler geçirdiler; birbirinden çok farklı geçmişlerinden konuşarak, gülüşerek. kugelmass ayrılmadan önce de seviştiler. “şuna bak yahu, madam bovary’le sevişiyorum,” dedi kugelmass kendi kendine, “birinci sınıfta edebiyat dersinden çakmıştım oysa ben!”
    geçen aylar içinde, kugelmass persky ile defalarca görüştü ve emma bovary ile çok yakın, tutkulu bir ilişki yaşamaya başladı. “beni mutlaka yüz yirminci sayfadan önce sok kitaba,” dedi bir gün kugelmass. “rodolphe denen o herife takılmadan önce buluşmam şart kadınla.”
    “niye?” dedi persky, “hızına yetişemiyor musun?”
    “ne hızı? herif toprak sahibi asillerden. bu adamların tek bildiği kur yapıp at binmek. benim için, uyduruk kadın dergilerinde gördüğün kasıntı heriflerden farkı yok. ama onun için, ilah, ilah!”
    “kocası hiçbir şeyden kuşkulanmıyor mu?”
    “ruhu duymuyor. geberesiye çalışan bir sağlık teknisyeni adam. saat on oldu mu, kütük gibi devrilip uyuyor. ama bizimki için gece yeni başlıyor. neyse, hadi görüşürüz.”
    kugelmass bir kez daha dolaba girdi ve bovary’lerin yonville’deki evine geçti. “nasılsın yavrucuğum?” diye sordu emma’ya.
    “ah, kugelmass,” diye iç geçirdi emma, “nelere katlandığımı bilmiyorsun. dün akşam yemek yiyorduk, bay salon erkeği tam tatlı esnasında sızıverdi. maxim’den, baleden konuşuyorum bir heyecanla, bir de ne duyayım, horultu!”
    “üzülme canım, bak yanındayım artık,” dedi kugelmass, sarılarak. bunu hak ettim, diye düşündü, emma’nın fransız parfümünü içine çekip yüzünü saçlarına gömerken. yeterince çile çektim. yeterince terapisti zengin ettim. bitap düşene kadar aradım. genç ve tavında bir kadın… ben de leon’dan sonra, rodolphe’tan önceyim. doğru bölümlerde çıkagelirsem, durum kontrol altında kalır.
    şüphe yok ki emma da kugelmass kadar mutluydu. heyecan için yanıp tutuşan kadının aklı, broadway’deki gece hayatı, hızlı otomobiller, hollywood ve televizyon yıldızlarının hikayeleriyle uçup gitmişti.
    o gece kugelmass ile abbe bournisien kilisesinin yanından geçerlerken, “bana 0.j. simpson’ı tekrar anlatır mısın?” dedi.
    “ne diyebilirim ki? muhteşem bir adam. kırmadığı hız ve sayı rekoru yok gibi. nasıl hareketler, görsen. dokunamıyorlar bile.”
    “ya akademi ödülleri?” dedi emma hasretle. “kazanmak için her şeyimi verirdim.”
    “önce aday gösterilmen gerek.”
    “biliyorum, anlattın. ama bence oyunculuk yapabilirim. tabii bir iki ders almam gerekecektir. belki strasberg’den. sonra, doğru menajeri bulursam…”
    “bakarız, bakarız. persky ile konuşurum.”
    o gece persky’nin evine dönen kugelmass, emma’yı büyük şehre yanına aldırma düşüncesini adama açtı.
    “bir düşüneyim,” dedi persky. “yapabilirim belki. daha tuhaf şeylerin gerçekleştiği görülmüştür.” tabii iki adamın da aklına daha tuhaf bir olay gelmiyordu.
    “sen zırt pırt ne cehenneme kayboluyorsun?” diye çemkirdi daphne kugelmass, akşam eve dönen kocasına. “bana bak, bir yerlerde dost mu tuttun yoksa?”
    “tam adamını buldun,” dedi kugelmass bitkince. “leonard popkin ile birlikteydim. polonya’daki sosyalist tarım politikalarından söz ettik. popkin’i tanıyorsun. konunun delisi adam.” “son zamanlarda bir tuhaflık var sende,” dedi daphne. “çok dalgınsın. babamın doğum gününü unutma da. bu cumartesi.” “tabii, tabii,” dedi kugelmass banyoya giderken.
    “bütün ailem orada olacak. ikizleri de görürüz. kuzenim hamish’i de. hamish’e biraz daha iyi davransana. seni sever o.”
    “tabii, ikizler,” dedi kugelmass banyo kapısını kapatıp karısının sesini dışarıda bırakırken. kapıya sırtını yasladı ve derin bir nefes aldı. birkaç saat sonra yine yonville’de olacağını, sevgilisine kavuşacağını telkin etti kendine. üstelik bu kez her şey yolunda giderse emma’yı yanında geri getirecekti.
    ertesi akşamüstü üçü çeyrek geçe, persky büyücülüğünü yine konuşturdu. kugelmass, istekle gülümseyerek emma’nın karşısına çıktı. yonville’de binet ile birkaç saat geçirdikten sonra bovary ailesinin at arabasına bindiler. persky’nin talimatlarına uyarak birbirlerine sımsıkı sarıldılar, gözlerini kapadılar ve ona kadar saydılar. gözlerini açtıklarında, kugelmass’ın bir gün önceden büyük bir iyimserlikle bir süit oda ayırttığı plaza oteli’nin önündeydi faytonları.
    odada dans edercesine dolaşıp pencereden şehri seyreden emma, “inanamıyorum! tam hayal ettiğim gibi her şey!” dedi. “f.a.o. schwarz şurası. central park ileride. sherry hangisiydi? hah, gördüm. ilahi bir güzellik bu.”
    yatağın üzerinde halston ve saint laurent kutuları vardı. emma bir kutuyu açtı ve içinden çıkan siyah kadife pantolonu mükemmel vücuduna tuttu.
    “pantolon takım, ralph lauren’den,” dedi kugelmass. “içinde baş döndüreceksin. gel bakalım şekerim, bir öpücük ver.”
    “hiç bu kadar mutlu olmamıştım!” dedi emma, aynada kendisine bakarken. “dışarı çıkalım, ne olur. chorus line’ı, guggenheim’ı, hep sözünü ettiğin şu jack nicholson’ı görmek istiyorum. filmi oynuyor mu bu aralar?”
    “kafam almadı bir türlü,” dedi stanford üniversitesi’nde bir profesör. “önce kugelmass denen bir karakter çıktı, şimdi kadın kitaptan silindi. işte bir klasiği klasik yapan, bin kez okusan da hep yeni bir şeyler bulabilmen.”
    iki âşık, muhteşem bir hafta sonu geçirdiler. kugelmass daphne’ye, bir sempozyum için boston’a gideceğini ve pazartesi döneceğini söylemişti. her anın tadını çıkarmak için, emma ile sinemaya gittiler, çin mahallesi’nde yemek yediler, bir diskotekte iki saat dans ettiler ve televizyonda film izleyerek uyuyakaldılar. pazar günü öğlene kadar uyudular, soho’ya gittiler ve elaines’de takılan ünlülere baktılar. pazar gecesi süitlerinde şampanya eşliğinde havyar yiyip gün ağarana kadar konuştular. o sabah takside persky’nin evine giderlerken, kugelmass kendisine, çok yorucu oldu ama değdi, dedi. onu buraya sık getiremem ama arada bir gelmesi yonville’deki hayata kıyasla çok hoş bir değişiklik olur.
    persky’nin evinde emma dolaba girdi, yeni elbiselerinin kutularını çevresine dizdi ve kugelmass’a tutkulu bir öpücük verdi. “bunu saymam, bize beklerim,” dedi gözünü kırparak. persky dolaba üç kez vurdu. hiçbir şey olmadı.
    “hmm,” dedi persky, kafasını kaşıyarak. tekrar vurdu ama yine büyü tutmadı. “bir yanlışlık olacak,” diye homurdandı.
    “dalga mı geçiyorsun persky?” diye bağırdı kugelmass. “nasıl çalışmaz?”
    “dur iki dakika. hâlâ içeride misin emma?”
    “evet.”
    persky bu kez daha da sert vurdu.
    “hâlâ buradayım persky.”
    “biliyorum güzelim. sıkı dur.”
    “persky, kadını göndermek zorundayız,” diye fısıldadı kugelmass. “ben evli barklı bir adamım ve üç saat sonra dersim var. şu aşamada ihtiyatlı bir kaçamaktan başka bir şeye hazır değilim.”
    “anlamıyorum ki,” dedi persky. “çok da güvenilir bir numaradır halbuki.”
    ama hiçbir şey yapamadı. “biraz zaman alacaktır,” dedi kugelmass’a. “söküp bakmam lazım. ben ararım seni.”
    kugelmass, emma’yı apar topar bir taksiye bindirip plaza oteli’ne geri götürdü. dersine zor yetişti. bütün gün persky’le ve metresiyle telefonda konuştu. büyücü, sorunun kökenine inmesinin birkaç gün sürebileceğini söyledi.
    “sempozyum nasıldı?” diye sordu daphne o gece.
    “iyiydi, iyi,” dedi sigarasını tersten yakarken.
    “neyin var? barut gibisin.”
    “ben mi? güldürme adamı. bir yaz gecesi kadar sakinim. bir yürüyüş yapıp geleceğim.” kapıdan usulca çıktı, bir taksi çevirdi ve plaza’ya uçtu.
    “durum kötü,” dedi emma. “charles yokluğumu fark edecek.”
    “dayan biraz şekerim,” dedi kugelmass. solgun ve terliydi. kadını tekrar öptü, koşarak asansöre bindi ve lobideki bir telefondan bağıra çağıra persky ile konuştuktan sonra gece yarısı olmadan evine döndü.
    “popkin’e göre krakova’da arpa fiyatları 1971’den beri bu kadar istikrarlı olmamış,” dedi daphne’ye ve yatağa girerken boş bir gülücük attı.
    bütün hafta böyle geçti.
    cuma akşamı daphne’ye, bu sefer syracuse’daki bir sempozyuma katılması gerektiğini söyledi. tekrar plaza oteli’ne geçti ama bu hafta sonu, öncekine hiç benzemiyordu. “ya beni kitaba gönder, ya da evlen benimle,” dedi emma. “bu arada ben de bir iş bulmak veya derse gitmek istiyorum. bütün gün televizyon izlemekten fenalık geldi.”
    “para kazanmana hayır demem,” dedi kugelmass. “oda servisi faturaları senin boyunu aştı.”
    “dün central park’ta broadway dışında çalışan bir yapımcıyla tanıştım, bana aklındaki bir proje için çok uygun olduğumu söyledi,” dedi emma.
    “kimmiş bu şaklaban?” diye sordu kugelmass.
    “şaklaban değil. hassas, ince ve şirin bir adam. adı jeff bilmemne, ayrıca tony ödülü’ne aday gösterilmiş.”
    kugelmass o akşamüstü persky’ye gittiğinde sarhoştu. “rahat ol biraz,” dedi persky. “kalp krizi geçireceksin.”
    “ha, rahat. rahat diyor herif. bir roman karakterini otel odasına kapatmış haldeyim ve karımın peşime özel dedektif taktığından şüpheleniyorum.”
    “tamam, anladık, bir sorun olduğunun farkındayız.” persky dolabın altına girdi ve bir şeylere büyük bir ingiliz anahtarıyla vurmaya başladı.
    “vahşi hayvanlara döndüm,” diye devam etti kugelmass. “kentte oradan oraya gizlice seğirtiyorum ve emma ile birbirimizi parçalamak üzereyiz. otel faturası da faturadan çok askeri bütçeyi andırmaya başladı.”
    “elimden ne gelir ki? sihir dünyası bu,” dedi persky. “her şey nüanslardan ibaret.”
    “yemişim nüansını. karıya içirmediğim dom perignon, yedirmediğim siyah havyar kalmadı. yediği bitti kıyafetleri başladı. derken dallamanın biri kafaya almış bunu, oyuncu ajansına yazdırmış, bir de profesyonel fotoğraf çekimi derdi çıktı. bitmiyor ki persky. bir de beni hep kıskanmış bir adam var, karşılaştırmalı edebiyatçı, fivish kopkind diye. flaubert’in romanında ara sıra ortaya çıkan karakterin ben olduğumu tespit etmiş. daphne’ye söylemekle tehdit ediyor beni. yıkım ve nafaka var önümde, belki hapis. madam bovary ile zina yüzünden daphne beni sokaklarda dilenecek hale düşürür.”
    “ne diyeyim sana? sabah akşam uğraşıyorum işte. ayrıca kişisel dertlerine ben derman olamam. sihirbazım ben, terapist değilim ki!”
    pazar akşamüstü, emma kendisini banyoya kilitlemişti ve kugelmass’ın seslenmelerine cevap vermiyordu. kugelmass camdan buz pateni pistine baktı ve intiharı düşündü. bu kadar alçak bir katta olmasaydık çoktan atlamıştım, dedi kendi kendine. avrupa’ya kaçsam, hayata baştan başlasam… belki o genç kızlar gibi international herald iribune satarak para kazanabilirim.
    telefon çaldı. kugelmass, ruhsuz bir hareketle aldı ahizeyi.
    “getir kızı,” dedi persky. “ifadesini aldım sonunda.”
    kugelmass’ın kalbi durayazdı. “ciddi misin?” dedi. “hallettin mi?”
    “şanzımanında pislik varmış. nerden bileceksin kardeşim? ”
    “sen var ya, dahisin persky. bir dakika sonra ordayım. o kadar sürmez bile.”
    âşıklar tekrar aceleyle persky’nin evine gittiler ve emma bovary dolaba kutularıyla birlikte bir kez daha girdi. bu kez öpüşmediler. persky kapakları kapattı ve dolabın tepesine üç kez vurdu. içlerini ferahlatan pat sesi geldi ve persky dolaba baktığında kadının ortadan kaybolduğunu gördü. madam bovary, romanına dönmüştü. kugelmass ciğerlerini patlatırcasına iç geçirdi ve sihirbazın elini büyük bir şevkle sıktı.
    “bitti bu iş,” dedi. “dersimi aldım. bir daha karımı asla aldatmayacağım. yemin ederim.” persky’nin elini tekrar sıktı ve adama bir kravat armağan etmesi gerektiğini aklının bir köşesine yazdı.
    persky bu olaydan üç hafta sonra, güzel bir ilkbahar gününün akşamında, zilin çalması üzerine kapıyı açtığında, karşısında mahcup mahcup sırıtan bir kugelmass buldu.
    “evet kugelmass,” dedi büyücü, “bu sefer nereye?”
    “tek seferlik bir şey,” dedi kugelmass. “hava çok güzel, eh, benim de yaşım ilerliyor… portnoy’un feryadı’nı okumuş muydun? oradaki maymun’u hatırlıyor musun?”
    “enflasyon dolayısıyla fiyat ayarlaması yaptık, yirmi beş dolar oldu, ama geçen seferki talihsizliklerden ötürü sana bir kerelik ücretsiz.”
    “delikanlı adamsın,” dedi kugelmass, dolaba girerken kalan birkaç tel saçını tarayarak. “çalışacak mı peki?”
    “umarım. ama o tatsız olaydan sonra pek denemedim.”
    “aşk ve seks,” dedi kugelmass dolabın içinden. “bir gül yüzlü uğruna ya rab, ne güneşler batıyor!”
    persky içeri portnoy’un feryadı’nı attı ve dolabın üstüne üç kez vurdu. ancak bu sefer, alışılmış pat sesi yerine, kof bir patlama duyuldu ve ardından çatırtılar, uçuşan kıvılcımlar ortaya saçıldı. persky bir adım geri sıçradı, o anda kalbi sıkıştı. adam yere yığılıp can verdi. dolap alev aldı ve sonunda bütün ev yanıp kül oldu.
    bu felaketten habersiz olan kugelmass’ın başı büyük dertteydi. ne portnoy’un feryadı’na, ne de başka bir romana girebilmişti. yabancılar için ispanyolca adlı eski bir ders kitabının içine sıkışıp kalmıştı ve çorak, taşlı bir arazide, canını kurtarmak için koşuyordu. peşinde, tüylü ve büyük bir kuralsız eylem olan tener (sahip olmak) vardı.


üzv ol
Modalı bağla





...