yapı kredi yayınları, yapı kredi bankının 1944 cü ildə başladığı, əsasəndə 1949 cu ilində çıxan doğan kardeş jurnalı ilə tanınan, 1992 ildə, turhan ilgaz'ın yönətimində qurulan bir şirkətlə davam etdirilən nəşriyyat mətbəəsidir.
tam adı "yapı kredi kültür sanat yayıncılık a.ş.," dir. qısaltması isə yky.
mətbəə kitab nəşriyatından əlavə olaraq eyni zamanda musiqi və səsli kitab yayımcılığı ilə də məşğuldur.
blok başlıqlarını gizlət
Notice: Undefined variable: thisuser in /var/www/soz6/profilson.php on line 166
ikinci yeni 1950 ci ildə edip cansever , ilhan berk , cemal süreya , turgut uyar, sezai karakoç , ece ayhan ve ülkü tamer kimi şairlər tərəfindən yaradılmış ədəbi şeir axımıdır. ikinci yeni axımının əsasının qoyulması əsasən muzaffer ilhan erdost la bağlansa belə, ikinci yeni axımının öncül yazarlarından olan ece ayhanın dediyinə görə; ikinci yeni axımının yaranma tarixi cemal süreya`nın üvercinka kitabının çıxdığı tarixdir.
ilk örnəkləri 1951 - 1959 cu illər arasında pazar postası `nda yayımlanmışdır.
bu axımın şairləri əsasən şeirlərində xəyal gücünə ağırlıq verib, fərdin yanlızlığından, sıxıntılarından, çevrəyə, cəmiyyətə uyumsuzluq çəkməsindən bəhs edir.
bir sözlə məqsədləri keçirdikləri hissləri anlatmaq deyil də, yaşatmaq idi.
edip cansever`in 26 şeirdən ibarət olan ilk kitabı. kitab ilk dəfə 1947 ci ildə nəşr edildikdən sonra yenidən 2006 cı ildə 2005 ci ildə yenidən yky yəni yapı kredi yayımcılık tərəfindən yenidən nəşr olunaraq oxuculara təqdim edildi. kitabının adının hardan gəldiyi və nə anlam verdiyi isə aşağda yazdığım şeirlə əlaqədardır:
ikindi üstü
insan her şeye alışıyor.
sıcak bahar ikindilerine
harbe, sevda çekmeye.
küçük gazetecim hergün böyle mağrur
benim vanilya kokulu dondurmacım
gene kapı önlerinde.
işte taze ikindi güneşim.
pencerelerde küçük sarışınlar,
her şey iyi, her şey sade
anlıyamıyorum şu iç sıkıntımı.
yaşamak dersen yaşamak,
sarhoşluğum sarhoşluk.
ah! hatırlamak olmasa eski günleri.
1928 ci il istanbul doğumlu, " ikinci yeni axımı " - nın vazkeçilməz parçası olan, böyük şair. normalda xalı satmaq ilə məşğul olan şair, şeir yazmağa uşaq yaşlarından heç də ciddi yanaşmadan başlayıb. turgut uyar cemal süreya kimi yazarlarla bir məclislərdə oturduqdan sonra şeir yazmağı hobilikdən çıxararaq ciddi məşğul olub.
ilk şeiri 1944 cü ildə istanbul jurnalında yayımlanıb. ondan sonra dostlarının məsləhəti ilə, bütün şeirlərini bir araya gətirərək ilk şeir kitabı olan ikindi üstü kitabını nəşr etdirib. sözaltı anlamlarla, başa düşülməsi çətin olan şeirlər yazan ikinci yeni axımı üzvləri kimi şeirləri anlaşılmazdır.hətta bəzən şairin nə demək istədiyini anlamaya da bilərsiz. metaforalardan və metonimiyalardan çox istifadə edən şair, ləziz şeirlərin müəlifidir.
candır,
qardaşdır.
xəbər abşeron rayon prakrorluğundan verilib.
deyilənə görə;
abşeron rayonunda yaşayan abşeron rayon sakini, 1981-ci il təvəllüdlü ramil rauf oğlu novruzov yaşadığı evi çilçırağından *
listur'undan
özünü asaraq intihar edib. prokurorluqdan bildirilib ki, ramil novruzov nəqliyyat baş polis idarəsinin komendant
xidmətinin polisi imiş.
faktla bağlı cinayət işi açılıb, amma bir şey tapa bilməyiblər.
(baxma: rəis basqısı)
cemal süreya turgut uyar`ın ölümündən təsirlənərək, yazdığı şeir. ikinci yeni axımının məşhur iki şairinin adının bir arada çəkilməsi belə insanı həyəcanlandırır.
turgut uyar
ak odada oturur
kapısı penceresinden çok
gözlerinde yıldızlar
serin yerde durur
bir elinde kadeh
öbürünü yarasına bastırır
inşaattan ses gelir
bir şeyi okşar gibidir
uzanıp durmuş mahçup
işığagöçerin şarkısı
dönülmez dizeler içinde
onunkiler gülaçılır
öldüğü gün
hepimizi işten attılar
cemal süreya
turgut uyar`ın tomiris uyara yazdığı əfsanəvi şeirlərdən biri. ümumiyyətlə şeir dedin mi, ağıla turgut uyar gəlir ya da gəlməlidir.
üçyüzbin
üçyüzbin
bu kıvırcık ateşten yalanlar
300.000
kimi sularca inanıyorum kimi zulüm yakıcı
çocuksu, deli deli zincirler boğuntusu gök
elimde kolumda senin seslerin var gel de aldırma
kadınları çıplak görüyorum koşup seni soyuyorum
bir açıcı gerdanlık görsem boynun aklıma geliyor bilemezsin
seni kentlere seni bankalar seni seni
300.000
seni zamansız ölümlere karşı koyuyorum hep aklımdasın
yükün ağır, bir irisin bir ufaksın yetiştiremiyorum 300.000
kapattığımız sağnak akşamları açtığımız sabahları
300.000
elimden tut beni acar balıklara alıştır
tekin durmayı öğret acıkmış aç kayalarda
gel anasız pencereme perde ol kurtulayım
kalk ellerini yıka bize gidelim
soyunur dökünür odalarda konuşuruz
bir o kaldı
300.000
odalara kapanmak odalarda konuşmak odalarda ölmemek
canımız çekerse sevişiriz dövüşürüz
300.000
benim yırtıcı kuşlara tutkum işte bundan ötürü
yadırgamadan gökyüzüne aşka acıkmaya alışkın
zamansız gelme elim kolum dağınıksa sarılamam
senin ağustos çeşmeleri yüzüne özlemle eğiliyorum
bir karşı durulmaz istek bir telaşla kendiliğinden
bir serin renk anlıyorum aydınlık gözlerinden sorma
sen zenginsin alırım tükenmezsin
allah gelene kadar sen olursun şiirlerimde bu bir
boş ver kavgalara kuruntu sorunlarına boğuntuya gelme
ben adını demesem de anlıyorsun
300.000
ü ç y ü z b i n!
cümbür cemaat aşka abanıyoruz..
turgut uyar
unutamadiğim
açardın,
yalnızlığımda
mavi ve yeşil,
açardın.
tavşan kanı, kınalı-berrak.
yenerdim acıları,kahpelikleri...
gitmek
gözlerinde gitmek sürgüne
yatmak,
gözlerinde yatmak zindanı
gözlerin hani?
"to be or not to be" değil.
"cogito ergo sum" hiç değil...
asıl iş, anlamak kaçınılmaz'ı,
durdurulmaz çığı
sonsuz akımı.
içmek,
gözlerinde içmek ay ışığını,
varmak,
gözlerinde varmak can tılsımına
gözlerin hani?
ahmed arif
hani kurşun siksan geçmez geceden
yiğit harmanları, yığınaklar,
kurulmuş çetin dağlarında vatanların.
dize getirilmiş haydutlar,
hayınlar, amana gelmiş,
yetim hakkı sorulmuş,
hesap görülmüş.
demdir bu...
demdir,
derya dibinde yangınlar,
kan kesmiş ovalar üstünde mayıs...
uçmuş, bir kuştüyü hafifliğinde,
çelik kadavrası korugan'ların.
ölünmüş, canım,ölünmüş
murad alınmış...
gelgelelim,
beter, bize kısmetmiş.
ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
susmak ve beklemek, müthiş
genciz, namlu gibi,
ve çatal yürek,
barışa, bayrama hasret
uykulara, derin, kaygısız, rahat,
otuziki dişimizle gülmeğe,
doyasıya sevişmeğe,yemeğe...
kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
ve asıl biz biliriz kederi.
içim, bir suskunsa tekin mi ola?
o malta bıçağı,kınsız,uyanık,
ve genç bir mısradır
filinta endam...
neden, neden alnındaki yıkkınlık,
bakışlarındaki öldüren buğu?
kaç yol ağlamaklı oluyorum geceleri...
nasıl da almış aklımı,
sürmüş, filiz vermiş içimde sevdan,
dost, düşman söz eder kendi kavlince,
kınanmak, yiğit başına.
bu, ne ayıp, ne de yasak,
öylece bir gerçek, kendi halinde,
belki, yaşamama sebep...
evet, ağlamaklı oluyorum, demdir bu.
hani, kurşun sıksan geçmez geceden,
anlatamam, nasıl ıssız, nasıl karanlık...
ve zehir - zıkkım cıgaram.
gene bir cehennem var yastığımda,
gel artık...
ahmed arif
mendilimde kan sesleri
her yere yetişilir
hiçbir şeye geç kalınmaz ama
çocuğum beni bağışla
ahmet abi sen de bağışla
boynu bükük duruyorsam eğer
içimden öyle geldiği için değil
ama hiç değil
ah güzel ahmet abim benim
insan yaşadığı yere benzer
o yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
suyunda yüzen balığa
toprağını iten çiçeğe
dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
konyanın beyaz
antebin kırmızı düzlüğüne benzer
göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
denize benzer ki dalgalıdır bakışları
evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
öylesine benzer ki
ve avlularına
(bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
ve sözlerine
(yani bir cep aynası alım-satımına belki)
ve bir gün birinin adres sormasına benzer
sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
minibüslerine, gecekondularına
hasretine, yalanına benzer
anısı işsizliktir
acısı bilincidir
bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
gülemiyorsun ya, gülmek
bir halk gülüyorsa gülmektir
ne kadar benziyoruz türkiye'ye ahmet abi.
bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
dirseğin iskemleye dayalı
-- bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
cıgara paketinde yazılar resimler
resimler: cezaevleri
resimler: özlem
resimler: eskidenberi
ve bir kaşın yukarı kalkık
sevmen acele
dostluğun çabuk
bakıyorum da simdi
o kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
ve zaman dediğimiz nedir ki ahmet abi
biz eskiden seninle
istasyonları dolaşırdık bir bir
o zamanlar malatya kokardı istasyonlar
nazilli kokardı
ve yağmurdan ıslandıkça edirne postası
kıl gibi ince istanbul yağmurunun altında
esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
kadının ütülü patiskalardan bir teni
upuzun boynu
kirpikleri
ve sana ahmet abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
sofranı kurardı
elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
çocuklar doğururdu
ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar büyüyecek
o çocuklar...
bilmezlikten gelme ahmet abi
umudu dürt
umutsuzluğu yatıştır
diyeceğim şu ki
yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
çocuklar, kadınlar, erkekler
trenler tıklım tıklım
trenler cepheye giden trenler gibi
işçiler
almanya yolcusu işçiler
kadınlar
kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
ellerinde bavullar, fileler
kolonyalar, su şişeleri, paketler
onlar ki, hepsi
bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
ah güzel ahmet abim benim
gördün mü bak
dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
ve dağılmış pazar yerlerine memleket
gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
gelse de
öyle sürekli değil
bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
o kadar çabuk
o kadar kısa
işte o kadar.
ahmet abi, güzelim, bir mendil niye kanar
diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
mendilimde kan sesleri.
edip cansever
manastırlı hilmi beye mektuplar şeirinin 3 hissəsi.
i. mektup
işte şu yağmurlar, işte şu balkon, işte ben
işte şu begonya, işte yalnızlık
işte su damlacıkları, alnımda kollarımda
işte yok oluşumdan doğan kent
hiçbir yere taşmıyorum, kendime sızıyorum yalnız
ben dediğim koskocaman bir oyuk
koltuğun üstünde, aynadaki yansıda
bir oyuk! sofada, mutfakta, yatağımda
yaşamayı tersinden kolluyorum sanki
yetişip öne geçiyorum sık sık. sözgelimi
bir iki saatte bitiyor bir mevsim
iyi
bugün pazartesi mi? kapının, pencerenin durumu
salıyı gösteriyor.
salondaki büyük saati sattım
saatin ölçebileceği
herhangi bir zaman parçası yok
gittiği yeri bilmeyen böcekler gibiyim
bir oyuğa, oyulmuş bir yaşama
ne gereği var ki saatin
balkona çıkıyorum sürekli
yollar yollar yollar katediyorum sanki böylece
bir semtin ilk rengini alıyorum
örmeğin ümraniye’de bir çay bahçesindeyim
bazen
anılardan anılara bir yol
ve
anılardan anılara sallanan bahçe
hangi yaprağı koparsam son anı avucumda kalıyor
iyi.
yeniköy’de bir kahve içer miyiz, dedim bu sabah
bu sabah bu sabah
oralı olmadı kimse -pazartesi miydi-
oyuğumdan çıkmıştım tam, begonyamsa güller içinde
nasıl?
güllerse güller içinde yani
ve balkon demirinde bir martı. dedim ki
deniz şuralarda bir yerde olmalı
çıt yok
sanki dünyadaki bütün çay ocakları kapalı
ve göklerden tepelere inen bir sokak
ya da bir akarsuyum ben
denizse
şuralarda…
yok önemi bir iki gün kaldı -martı-
balkonda
deniz de öldü sonra, martı da
iyi iyi.
suyu tutmak gibi bir şeydi hepsi
günler -seni anımsadığım zaman-
birden kurtuluş’tan taksim’e giden bir tramvay görüntüsü
mavi bir elektrik çakımı tellerde
sanki kar yağıyor da sürekli, tepebaşı’ndayız
karlar gıcırdıyor ayaklarının altında
besbelli gümüşsuyu’ndayız. rus lokantasındayız
-ne tuhaf, biz her zaman her yerdeyiz ikimiz-
şarap içmişiz, üşüyoruz
ikimiz ikimiz ikimiz
böyle birkaç defa ikimiz
sonra ki bir fotoğrafa dönüşüyor her şey
nasılsa
sarı emmiş, mordan çekinmiş, kahverengi bir fotoğrafa
sahi, kalınca bir şeyler giyinmeliyim ben
üşümüyorum da
bende herkes var, diyen bir kızın titrek
sesleri dökülüyor kucağıma
dudaklarım kan mavisi bugün.
biz burada iyiyiz, biz burada çok iyiyiz.
biz burada kırk yaşındayız hepimiz
dördümüz bir kişiyiz de ondan
içimizden biri uyuyor olsa, falan filan
onu bekliyoruz bir kişi olmak için
evet evet, yanılmıyorum ben
bir iki kişi kaldığımız zaman yanılabilirim
doğrusu ya
yanılmak her şeyi yeniden görmek gibi bir şey oluyor
duvardaki vitray, begonya
begonya, vitray
kurtuluş’la asmalımescit birbirine geçiyor
bir tramvayın durmasıyla durmaması arasındaki ayrım
karanfil kokuyorsa biraz
yeni koparılmış bir demet karanfilim ben
saçlarım soğuk ve uzun.
ne diyordum? yağmurlar, evet
üşümüyorum ürperiyorum sadece
biçimini zorlayan bir kedi gibi
dur biraz
kapı çalındı, hayır telefon
telefon kapı telefon
ikisi birden mi yoksa
yoksa
ne telefon ne kapı
bir şimşek sesi hiç olmazsa
o da değil
ses filan duymadım ki ben
yuvarlandıkça büyüyen
bir kartopunun yumuşak sesi mi? belki
iki sesi taşıyan bir ses
neden olmasın
biraz önceki gibi
üstümden biri kalkmıştı -yok canım-
öyle değil, bir gölgeydi hepsi hepsi
yer değiştiren gezgin bir gölge
bahçedeki ceviz ağacından
içeri sürüklenen.
ii. mektup
susmanın su kenarındayız bugün
ne kadar sevgiyle konuşsak -konuşuyoruz da-
korkuyoruz gözgöze gelince hilmi bey
korkuyoruz
sanki gözler rakiptir de birbirine -öyle değil mi-
ve bir yokuştan iner gibi oluyoruz
bir yokuştan bir yokuşa sürekli
- nereye?
- bilmem ki
ellerimizde alkol sesleri, saçlarımızda
alkol sesleri
dağlarımızda, içdenizlerimizde
ve günler günlerin içinde öyle yavaş ki
yerine saplanıyor bir sürahi
pencereler şaşkın
perdeler bir uzak yol kadar uzun
ve balkon
kendi dudaklarında şimdi
donmuş bir tavus kuşu
bir tavus kuşu yontusu belki
ne tuhaf
demin de aşağıdan bir bando geçti
sormak isterdim sana
bir bando şefinin hüznü nedir hilmi bey
bir bando şefinin uykusu
nasıl bir uykudur ki hilmi bey
ne kötü
elimde bir çiçekle yaz geçti.
ve bugün
çepçevre oturduk masanın başına gene
bezik oynadık hilmi bey -her gün oynuyoruz ya-
giysisiz, sadece kombinezonlarımızla -öyle işte-
oda çok sıcaktı -lal renkli çini soba-
seniha korse takıyor, yahudi matmazel
nerdeyse çıplaktı -terliyor terliyor terliyor-
ve cemal bir köşeden bize bakıyordu
bakmıyor gibi bakıyordu
durmuyor gibi duruyordu da
benim anlamadığım işte bu
dün dudağını kesti çarşıda
kırmızı bir balıkla oynuyordu
öptü bir ara balığı -neden-
öperken dudağını kesti
balık da kırmızıydı, kan da
ve balık yüzerekten geçti -gördüm iyice-
dudaklarından
durdu cemal gibi biraz ötede
durmuyor gibi durdu
ağlamadı, hiçbir şey söylemedi
bu çocuk anlaşılmayanın ta kendisi
yalnızca sordu, bu yüzden sana soruyorum ben de
melekler dişi midir hilmi bey
dişidir diye tutturdu
yani ben..
öyleyse neyim
elimde bir yapma çiçekle.
adım cemile ya, çok seviyorum adımı ben
çocukluğudur insanın adı
cemal şimdilik cemal'dir -evet, öyledir-
benimkisi bir anımsama -cemile-
cemal - cemile: yeni fışkırmış bir marulun sesi
ezilmiş iki vişne
ve akşam
akşam ki sallanacak hamağını buldu
buluyor
sular menekşelendi hilmi bey
karpuz lambanın altında
yorgunum biraz -bütün gün içtim-
hepimiz içtik
cemal odasından çıkmadı hiç
tangolar çaldık üstüste
eski tangolar -bin dokuz yüz on beşlerde ne vardı
ben pencereden bakarken
kimseler ölmemişti
ölüm diye bir şey yoktu ki hilmi bey
var mıydı?-
yüzümden bir şeyler aktı aktı
içim de menekşelendi hilmi bey
gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk
hiçbir yere gitmiyor.
nedense odasına kapandıkça cemal
soyundukça soyunuyor yahudi matmazel
hırslı bir dişi gibi
ester, diyorum, ester
gülümsüyor hafifçe
bir başka gülümsemeyi karşılar gibi
öpüşürken gördün mü sen iki öpüşmeyi
hilmi bey
tam öyle
hızla giyiniyor sonra, dışarı çıkıyor
üç kişi kalıyoruz birden
yeni ısırılmış bir elma gibi kalıyoruz
parlıyor yeşil tarafımız kendi aydınlığında
içimde bir soğukluk
dışımda bir begonya.
karanlık iyice dışarısı
rakımızı bitirdik -üçümüz-
cemal odasından çıkmıyor
birazdan ester de gelecek
koltuğa çökecek, bir sigara yakacak
gene bir haç gibi olacağız dördümüz
bir evin içinde kocaman bir haç
kutsal değil, kirli
coşkulu değil, kırık dökük
sevinçle çekeceğiz onu kendimize.
iii. mektup
yaşamaya yerleşiyor seniha
kendi yaşamına
-güvercinsiz bir avlu mu? olabilir
sırları dökülmüş bir ayna?-
oysa çok geçti
yıllar yıllar yıllar
her geçen yıl elinde sanki
yıprak, filizi yıllar
'şey' sözcüğü gibi bağıntısız
ağaççileği gibi durduğu yerde bir ezinti
piyano tuşları -tek tek bakıldığında-
çarçabuk bir göz atıldığında aynntısız -beyaz-
yıllar
seniha
gözlerinin altı uzun menekşe.
dün korkuttu beni -bazan oluyor-
kocası izmir'de yaşıyor, karşıyaka'da
sahici bir ayrılığın dikişini dikiyor seniha
mavi mavi
usul usul yani
kocası -ben sevmedim hiçbir zaman-
ikizini bulmuş diyorlar. seniha aldırmıyor pek ,
aldırmıyor da
pudralar, kremler tiksindiriyor onu
bu yüzden bohemya kaseyi kırdı dün sabah
saçlarını kesecek oldu
sonra da sustu sustu sustu
akşama dek
hüzünler acılaşıyor hilmi bey
geceler katı ve parlak
- ansızın yere düşen
laciverdi bir kestane sesi-
acılar da acılaşıyor gittikçe
sanki
bir azarlanmayla ölümünü düşünen çocuklar gibi
ödünç alıyorum seni bazen
çoğu kez geceleri
niye almayayım -kaç güz geçti-
islak kaputun gibi kokardı güzler
seni sevdiğimi unutmuşum hilmi bey
seni de unutmak istiyorum artık
unutmak! ama nasıl
sözgelimi çok hızlı oynuyorum beziği
içkiyi çabuk çabuk içiyorum
her şey bir hıza dönüşüyor -çoğu zaman-
odamı giyiniyorum
odamı soyunuyorum
yerlerini değiştiriyorum eşyaların
dışarı çıksam, bir tramvaya binsem
bir durak ötede hemen iniyorum
boynumdaki annemden kalma kolye
-pembe bir buğu, uçup gidiyor-
bazan koparıyorum, yeniden diziyorum
gökyüzünde kalın sırça ben
dünyaya tutuyorum kendimi, bakılıyorum
nedense hep böyle sanıyorum
'nerdesin, akşam oldu'
biraz anımsıyorum
sen bahçe kapısından girerken
bir kendim gibi caddelerdeyim
zamanın minesi soldu hilmi bey
demeye getiriyorum.
geçenlerde nisuaz'a gittim
cemal'e birlikte
hasır koltuklara oturduk
dışarda kar serpeliyordu, iki elma, külde pişirilmiş
giderek küçülüyordu -gözleri cemal'in-
kahveyle konyak içtim
cemal tarçın içti, konuştu biraz
herkes bana bakıyor, herkes bana bakıyor, herkes
bana bakıyor -bana öyle geliyor-
bacaklarım -işte!- güzeldir çok
aralık kapıdan kış kokusu doldu içeriye
ürperdim -işte!- omuzlarım da güzeldir
ama ben
kaçarak yaklaşıyorum her görünmeye
uzaktan uzağa gözgözeyim
uzaktan uzağa öpüşüyorum
uzaklarda biriyle sevişiyorum
erkeğe benzer yalnız bir dişiyim ben
evet evet öyleyim
hiç değilse öyle olmalıyım
her neyse..
az sonra muhassen geldi -tanımazsın-
kurtuluş'ta, aynı caddede oturuyoruz
sevişmenin gölgesi gibidir yalnızken
düşünmenin dişisi
evini işletiyor -bana ne bundan-
konyak içiyor o da
sonra bir konyak daha
kıpkırmızı gülüyor -gülsün, iyi-
bütün gövdesiyle gülüyor
bende gülüyorum
vitrinlerdeki kesme bardaklar
şarap şişeleri, bir gemi resmi
gülüyor durmadan hepsi
karşıda bir ev, kırk odalı sanki
her odada bir boy aynası
her boy aynasında
beyoğlu'nun bir parçası
durmaksızın gülüyor
yağan kar hemen eriyor yere düşer düşmez
gülmüyor, gülümsüyor
makyajını tazeliyor muhassen
kalkıp gidiyor
acının kış ayları, diyor birdenbire cemal
içine çekilip de soğuktan
oyuncağını orda bulamayan
bir çocuk gibi
-evet, hiç çocuk olmadı cemal
olmayacak da-
kalkacağız birazdan
acının kış ayları
ne yapsam belirsizim.
eve dönüyoruz -soldu minesi zamanın-
bugün de bir şey yaptık
tam kapıdan gireceğiz
uzakta bir laterna sesi
bir kadın ağlaması
pencereden sarkıtılmış bir sepet
sepette bir karnıbahar patlaması
sarı elmalar
içeri giriyoruz
bu kapı hiç değişmez mi, diyor cemal
bu kapı
ve her şey.
edip cansever
#94919 nömrəli entrydə adım zidpərəstlərlə çəkildiyi üçün bir açıqlama verim dedim. yanlış anlaşılmağım məni üzdü, mən niyə qarşı çıxdığıma açıqlama vermişdim. homoseksuallığa qarşı bir şey yazmadığım açıq aydın görünür, sizin tərəfdəykən, qarşı mental cəbhəyə soxulduğumun fərqinə vardım. məni yalnış anlamışsınız bəylər.
(baxma: sikmeseler bari)
(baxma: qaş düzəltmək istəyərkən göz çıxarmaq)
ölümü ilə azərbaycana həqiqi bir sənətçi itginliyini yaşadan adam.
normalda adı pisa lakin azərbaycanca da pizza adı pizza kimi keçən qüllə.
b.ç - delikanlı bu sopayı alabilirmisin?
mecnun - ha, alıyım onu ya dedemin asası, dedem üzülmüştür şimdi.
b.ç - ha bu asayı alabilirsin yani, komple?
mecnun - ouhuhu anladım abi, yo, hayır
leyla ile mecnun ilə ortaq bölümdən.
#95147 nömrəli entry'ni yazmadan öncə heç bir tepki almamış, entrydən zonra sözlük yanıxlarının təcavüzünə məruz qalmış 3. nəsil yazarçamız. xoş gəlib.
(baxma: sözlük yanıxlarının snow white'a təcavüzü davam edir)
deyəsən müsəlmanlar sadəcə özlərindən olmayanları sevmir.
Notice: Undefined variable: user_id in /var/www/soz6/sds-themes/vengeful-light/profile.php on line 1336
blok - başlıqlarını gizlət
Notice: Undefined variable: user_id in /var/www/soz6/sds-themes/vengeful-light/profile.php on line 1343