bugün wiki təsadüfi son
sözaltı sözlük
məsləhət postlar mesaj Profil

sigmund freud



facebook twitter əjdaha lazımdı izlə dostlar   mən   googlla
yuxu - albert einstein - edip kompleksi - ateizm - breaking bad - yuxu yozmaları - məşhur yəhudilər - eqo - sürrealizm
başlıqdakı ən bəyənilən yazılar:

+8 əjdaha

16. az qala insanın nəfəs almağını belə seksual istəklərə bağlaya biləcək dahi deyilən adam. azərbaycanda sekslə bağlı fikirlərinə və ateistliyinə görə çox insanın sevimlisidir. eyni adamlar karl qustav yunq haqqinda çox güman ki, heç nə bilmir

+8 əjdaha

8. albert einsteinin ona yazdığı məktuba cavab olaraq əməlli başlı ürəyini boşaldıb. nəticədə adam psixoanalitikdir. axıra qədər oxuyan sözaltı sözlük adından hədiyyə qazanacaq* ağzın sulanmasın, zarafat elədim .

--spoiler--

sayın bay einstein!
ilgi duyduğunuz ve başkalarının da ilgilenmesine değer bulduğunuz bir konu üzerinde benimle düşünce alışverişinde bulunma isteğinizi duyar duymaz sevinerek önadım. bugün için bilinenlerin sınırları içinde bulunan, fizikçi ve ruhbilimci olarak değişik yönlerden gelerek aynı noktada birleşecek olan ikimizden birine, kendi özgül içeriğine girebilme olanağını tanıyacak bir sorunu seçmenizi beklerdim. ayrıca, insanları savaş felaketinden korumak için nelerin yapılabileceğine ilişkin sorunuzla da beni oldukça şaşırttınız. önce benim -az daha bizim diyecektim- yetkisizliğimden doğan duygu karşısında korkuya kapıldım, çünkü bu bana, daha çok devlet adamlarına düşen pratik bir görevmiş gibi geldi. ama daha sonra, bu soruyu bir doğa bilimci ve fizikçi olarak değil, tıpkı, dünya savaşında aç ve evsiz barksız kalanlara yardım etmeyi üstlenen kutup kâşifi fridtjof nansen gibi, birleşmiş milletlerin önerisine uyan bir insan dostu olarak sorduğunuzu anladım. sonra, benden pratik önerilerde bulunmayı beklemediğinizi, yalnızca ruhbilimsel açıdan savaşı önleme sorununu açıklamamı istediğinizi gördüm.
ama bu konuda söyleneceklerin çoğunu mektubunuzda belirtmişsiniz. deyim yerindeyse, bana diyecek bir şey bırakmamışsınız ama ben sizin dümen suyunuzda seve seve gideceğim ve öne sürdüklerinizin tümünü, bilgilerime -ya da tahminlerime- dayanarak daha geniş bir şekilde açıklayıp onaylamakla yetineceğim.
önce, hukuk ve güç arasındaki ilişkiyi ele almışsınız. bu araştırmamız için kuşkusuz doğru bir çıkış noktasıdır. "güç" sözcüğünü, daha kesin ve daha katı "kaba güç" sözcüğüyle değiştirmeme izin verir misiniz? hukuk ve kaba güç, bugün bizler için bir karşıtlıktır. birinin ötekinden çıkarak geliştiğini kanıtlamak çok basittir ve bunun önce nasıl gerçekleştiğini görmek için ilk başlangıca dönersek, o zaman sorunun çözümü bize daha kolay gelecektir. eğer genelde bilinen ve benimsenmiş şeyleri, sanki yeniymiş gibi anlatırsam beni bağışlayınız, çünkü bağlamlar beni buna zorlamaktadır.
insanlar arasındaki çıkar çatışmaları, ilkesel olarak kaba güce başvurularak çözümlenmektedir. insanların da dışında kalamayacağı tüm hayvanlar dünyasında durum böyledir; buna ek olarak insanlar için, soyutlamanın en yüksek düzeyine dek ulaşan ve çözümü için başka bir teknik gerektiriyormuş gibi görünen, fikir ayrılıkları da söz konusu olmaktadır. ama bu, daha sonra karşılaşılan bir yan etkidir. başlangıçta, küçük bir insan sürüsü içinde, neyin kime ait olduğunu ya da kimin sözünün geçmesi gerektiğini kas gücü belirliyordu. zamanla kas gücü arttı ve kısa süre sonra da yerini, aletlerin kullanımına bıraktı; daha iyi silaha sahip olan ya da onu daha bir beceriyle kullanan üstün geldi. silah kullanımıyla birlikte, kaba kas gücünün yerini tinsel üstünlük almaya başladı; ama zarara uğrayan ve güçlerini yitiren bir bölümün, öne sürdüğü haklardan ve itirazlardan vazgeçmeye zorlanması, savaşın son amacı olarak kaldı. buna en köklü şekilde, kaba güç karşıtını kesinlikle ortadan kaldırdığı, yani öldürdüğü zaman ulaşıldı. bu durumun iki yararı vardı; birincisi, ölen kişi bir daha düşman olarak karşısına çıkamayacaktı; ikincisi de, düşmanın yazgısı, ötekileri, ölen kişiyi örnek almaktan geri bırakacaktı. ayrıca düşmanın öldürülmesi, ileride değinilmesi gereken içtepisel bir yönsemeyi de tatmin etmektedir. öldürme isteği, düşmanı ortadan kaldırmayıp yıldırarak yararlı hizmetlerde kullanma düşüncesine bir karşıtlık oluşturabilir. o zaman kaba güç, düşmanını öldürmek yerine boyun eğdirmekle yetinecektir. bu, düşmanın canını bağışlamaya yönelik atılacak ilk adımdır; ama o andan sonra üstün gelen kişi, yenik düşen kişinin fırsat kollayan öç alma duygusunu hesaba katmak zorundadır, ve kendi güvenliğinin bir bölümünü gözden çıkarmaktadır.
demek ki daha büyük bir gücün, acımasız ya da anlık tarafından desteklenmiş kaba gücün egemenliği başlangıçta böyleydi. gelişim süreci içinde bu rejimin değişikliğe uğradığını, kaba güçten hukuk'a dönüştüğünü biliyoruz, ama nasıl? kanıma göre tek bir yoldan, yani gücü büyük-olanın karşısında, gücü az-olanlardan birçoğunun birleşmesiyle, «l'union fait la force». kaba güç, bağlaşıklığın kurulmasıyla kırılır; bağlaşıklık kuranların gücü de, tek bir kaba güç karşısında hukuk'u temsil etmektedir. burada hukuk'un, bir topluluğun gücü olduğunu görüyoruz. ve o hâlâ, karşı çıkanlara uygulanmaya hazır bir kaba güçtür, aynı araçlara başvurmakta, aynı amacı izlemektedir; aradaki fark,
yalnızca, artık tek-olana değil, topluluğa ilişkin bir kaba güç olmasıdır. ne var ki, kaba güçten yeni bir hukuk'a geçişin gerçekleşmesi için ruhbilimsel bir koşulun yerine gelmesi de gerekmektedir. kurulan bağlaşıklığın değişmez ve sürekli olması bir zorunluluktur. kendilerinden daha güçlü-olanla savaşmak için kurulur ve ardından da dağılırsa, hiçbir şey elde edilemez. kendini daha güçlü gören biri, yeniden kaba güce dayalı bir egemenlik kurmaya çalışacaktır ve bu oyun hiç durmadan yinelenecektir. topluluk sürekli olarak korunmalı, örgütlenmeli, ayaklanmaları önlemek için yönetmelikler hazırlamalı, yönetmeliklere -yasalara-uyulmasını sağlayacak ve yasal kaba güç eylemlerini yerine getirecek organları belirlemelidir. böyle bir çıkar topluluğunun benimsenmesiyle, bağlaşıklık kuran bir insan grubunun üyeleri arasında duygu bağları kurulmuş ve kendi güçlerinden kaynaklanan bir topluluk duygusu belirmiş olur.
böylece tüm önemli şeyleri söylediğimi sanıyorum: yani, iktidarın, üyeleri arasındaki duygu bağları aracılığıyla bir arada tutulan daha büyük bir birliğe aktarılmasıyla kaba gücün üstesinden gelinmesi. bunun dışındakiler, açıklamalar ve yinelemelerden başka bir şey değildir. topluluk, yalnız eşit güçteki bireylerden oluştuğu sürece, ilişkiler çok basittir. bu bağlaşıklığın yasaları da, bireyin, güvenli bir birlikte yaşamayı sağlamak için, gücünü kaba güç olarak kullanmaya ilişkin kişisel özgürlüğünden hangi ölçüde vazgeçmesi gerektiğini ancak o zaman belirler. ama böyle bir durgunluk salt teorik yönden düşünülebilir; gerçekte ise durum, topluluğun daha başlangıçta eşit güçte olmayan öğeleri, erkekleri ve kadınları, ana babaları ve çocukları, savaş sonunda efendilerle kölelere dönüşen yenginlerle yenik düşenleri kapsamasıyla karmaşıklaşmaktadır. topluluğun hukuk'u, giderek içlerindeki eşit olmayan güç ilişkilerinin dışavurumu durumuna gelmektedir; yasalar, egemen kişilerce kendileri için yapılacak ve boyunduruk altındakilere daha az hak tanınacaktır. böylece topluluk içinde, haklara ilişkin huzursuzluklar ve de hakları sürdürme çabaları iki yerden kaynaklanacaktır. birincisi, egemenler arasından birinin, herkes için geçerli olan kısıtlamaların üstüne çıkma uğraşısı, yani hukuksal egemenlik yerine kaba güç egemenliğine boş vurması; ikincisi, baskı altındakilerin kendilerine daha çok güç kazanma ve bu değişikliklerin yasalarca onandığını görme, yani eşit olmayan haklar karşısında herkes için
eşit haklan yaygınlaştırma çabaları. eğer topluluk içindeki güç ilişkilerinde gerçekten, çeşitli tarihsel etmenler nedeniyle gerçekleşebilecek değişiklikler meydana gelirse, bu sonuncu akım özellikle önem kazanacaktır. o zaman hukuk, yavaş yavaş yeni güç ilişkileriyle uyum sağlayabilir, ya da, sık sık karşılaşıldığı gibi, egemen sınıf bu değişikliğe katlanmaya hazır değildir, ardından ayaklanmalar, iç savaşlar başlar; yani hakların zaman zaman kaldırılması ve yeni kaba güç gösterileri başlar; bunların sonucunda da yeni bir hukuk düzeni yürürlüğe girer. hukuksal değişikliğin, barışçıl biçimde beliren bir kaynağı daha bulunmaktadır; bu da, topluluk üyelerindeki kültürel değişimdir; ama daha sonra göz önüne alınabilecek bir bağlamla ilgilidir bu durum.
demek ki, çıkar çatışmalarının bir topluluk içinde bile, kaba güce başvurularak çözümlenmesinin önüne geçilemediğini görüyoruz. ama aynı yerde birlikte yaşamaktan çıkan zorunluluklar ve ortak noktalar, bu tür savaşların hemen sona ermesi için elverişli olmakta ve bu koşullarda barışçıl çözüm olanakları sürekli olarak artmaktadır. ne var ki, insanlık tarihine bir göz attığımızda, bir toplulukla diğeri ya da birçoğu arasındaki, büyük ve küçük birlikler kentler, ülkeler, aşiretler, halklar, krallıklar arasındaki savaş alanında güç gösterisiyle sonuçlanan bir dizi sürgit çatışmaya tanık oluruz. bu savaşlar, bir bölümün, ya haklarının elinden alınmasıyla ya do tümüyle «bağımlı kılınmasıyla, istila edilmesiyle sonuçlanmaktadır. istila savaşlarını tek yönden değerlendirmek mümkün değildir. bazıları, moğollarla türklerinki gibi, felaketlere yol açmış, bazıları ise, kaba güce baş vurma olanaklarının kalktığı ve anlaşmazlıkların yeni bir hukuk düzenince çözümlendiği daha büyük birliklerin kurulmasına neden olan kaba gücün hukuk'a dönüşmesi çabalarına katkıda bulunmuşlardır. böylece romalıların akdeniz ülkelerini istila etmesi, değerli bir pax romana (dünya barışı) oluşturmuştur. fransız krallarının ülkeyi genişletme arzuları, barışçıl yoldan birleşmiş, gelişen bir fransa yaratmıştır. her ne denli karşıtlam (paradoks) gibi görünse de savaşın, özlenen «ebedi» barışı kurmak için hiç de uygun düşmeyen bir araç olmadığı kabul edilmelidir; çünkü savaş, içindeki güçlü bir merkezi iktidar tarafından başka savaşların çıkmasını önleyen daha büyük birlikleri yaratabilecek durumdadır. ancak savaş, bu işe varamamaktadır, çünkü istilanın sonuçları genellikle sürekli
değildir; yeni yaratılan birlikler, daha çok zorla birleştirilen öğelerin uyumsuzluğu nedeniyle çabucak dağılırlar ayrıca istilalar, her ne denli büyük çapta da olsa bugüne değin yalnızca tikel bağlaşıklıklar oluşturabilmişlerdir. böylelikle, tüm bu savaşların sonucu olarak, insanlığın, sayısız, hatta sonu gelmeyen küçük savaşlar karşısında ender, ama o ölçüde yıkıcı büyük savaşları yeğlediği ortaya çıkmaktadır.
bunu günümüze uygularsak, sizin kısa yoldan ulaştığınız sonucun aynısına varırız. savaşı kesin olarak önlemek, ancak insanlar, tüm çıkar çatışmalarında karar verme yetkisine sahip merkezi bir iktidarın yürürlüğe konmasında anlaşabilirlerse mümkündür. görünüşe göre burada iki istem bir aradadır; üst düzeyde böyle bir organın kurulması ve cna gerekli iktidarın sağlanması. bunlardan yalnız birinin gerçekleşmesi yararlı olmayacaktır. birleşmiş milletler bu tür bir organ olarak düşünülmüşse de, öteki koşul yerine gelmemiştir; birleşmiş milletlerin böyle bir gücü yoktur ve bunu ancak, yeni bağlaşıklığın üyeleri, yani üye devletler tek tek iktidarı oha devrederlerse elde edebilir. ne var ki, günümüzde bu olasılık pek de fazlaymış gibi görünmemektedir. insan burada, tarihte pek sık -belki de bu ölçüde hiç- görülmemiş bir deneyle karşı karşıya olduğunu bilmese, birleşmiş milletlerin kurumlarına hiç de anlayış göstermeyecektir. bu deney ise, başka zamanlar güce dayanan otoriteyi, belli düşüncel davranışlara başvurarak elde etmektir. topluluğu bir arada tutan iki şeyin ne olduğunu gördük: kaba gücün baskısı ve üyeler arasındaki -teknik yönden özdeşleşme diye adlandırılan- duygu bağları. bunlardan biri kısa süre için kalksa, öteki, olasılıkla topluluğun sürmesini sağlayabilir. doğallıkla üyelerin önemli ortak noktalarını dışa vuran düşünceler bir anlam taşıyacaktır. o zaman, bu düşüncelerin ne denli yoğun olduğu sorusu belirecektir. tarih bize, bunların gerçekten etkide bulunduklarını göstermektedir. örneğin panhellenizm düşüncesi, çevredeki barbarlardan daha iyi olunduğuna ilişkin, amphiktyon'larda, kehanetlerde ve şenlik oyunlarında güçlü bir anlatım bulan bu bilinç, yunanlılar arasındaki savaş törelerini yumuşatmak için yeterli güçteydi; ama, yunan halklarının küçük öbekleri arasındaki savaşları önleyecek, hatta bir kenti ya da kentler birliğini, rakibinin zarar görmesi için, düşmanı olan perslerle bağlaşıklık kurmaktan alıkoyacak durumda değildi. yeterli güce sahip olan hristiyan
ortak duygusu da, renaissance çağında küçüklü büyüklü hristiyan devletlerinin birbirleriyle savaşırlarken sultan’dan yardım istemelerini önleyememiştir. günümüzde de bu tür birleştirici bir otorite kurması beklenen hiçbir düşünce (idee) yoktur. bugün ulusların, egemen ulusal idealleri, karşılıklı etkileşim uğruna zorladıkları çok açıktır. bolşevikçe düşünme tarzının geneli kapsamasıyla savaşların sona ereceğini söyleyen kişiler vardır, ama böyle bir hedef, bugün için çok uzaktır ve belki de buna yalnız korkunç iç savaşlarla ulaşılabilecektir. bu durumda, reel iktidarın yerine düşüncelerin iktidarını geçirme deneyi bugün için başarısızlıkla sonuçlanmaya mahkûm gibi görünmektedir. hukuk'un başlangıçta kaba güç olduğu ve bugün de kaba gücün desteğinden vazgeçilemeyeceği göz önüne alınmazsa, hesapta yanlışlıklar yapılmış olur.
şimdi savlarınızdan bir diğerim yorumlamaya başlayabilirim. insanları savaştan yana harekete geçirmenin bu denli kolay olmasına şaşıyor ve içlerinde, bu tür kışkırtmalara kolaylık sağlayan bir nefret ve yok etme içtepisi bulunduğu kanısına varıyorsunuz. bu konuda da tümüyle düşüncenize katılıyorum. biz böyle bir içtepinin varlığına inanıyoruz ve son yıllarda bunun dışavurum biçimlerini incelemeye çalıştık. bu nedenle size, ruhbilimsel çözümlemede el yordamıyla aradıktan ve birçok bocalamalardan sonra, varabildiğimiz içtepi öğretisinden bir parça söz edebilir miyim? kanımıza göre insanda iki çeşit içtepi bulunmaktadır; biri, ya platon'un symposion'undaki eros anlamında erotik diye adlandırdığımız ya da yaygın cinsellik kavramının bilinçli olarak genişletilmesiyle cinsel (seksüel) dediğimiz korumak ve birleşmek isteyen türden; öteki de, saldırganlık içtepisi ya da tahrip içtepisi ortak başlığı altında topladığımız, tahrip etmek ve öldürmek isteyen türden. gördüğünüz gibi tüm bunlar, çok iyi bilinen sevgi ile nefret karşıtlığının teorik açıklamasından başka bir şey değildir, ki bu karşıtlık, belki de çekme ve itme kutuplaşmasıyla sizin uzmanlık alanınızda do işlev gören doğuştan bir ilişkiyi sürdürmektedir. ama biz, iyi ve kötüyü değerlendirmeyi şimdilik bir yana bırakalım. bu içtepilerden biri gibi öteki de zorunlu olmakta, her ikisinin birlikte ve karşılıklı etkinlik göstermesinden yaşamın görüngüleri (fenomen) meydana çıkmaktadır. bu durumda, yalnız bir türden bir içtepi yalıtlanmış olarak etkinlikte bulunamayacakmış gibi görünmekte ve her zaman öteki
türden içtepiye belli bir ölçüde bağlı olmaktadır; ya da bizim dediğimiz gibi, hedefini değiştirerek alaşım yapmakta, belki de ancak böylelikle hedefine ulaşabilmektedir. örneğin kendini koruma içtepisi kuşkusuz erotik türdendir; ama bu içtepinin, eğer isteğini gerçekleştirmeyi düşünüyorsa, kesinlikle saldırganlık içtepisine gereksinimi vardır. nesnelere yönelik sevgi içtepisi de, nesnesine sahip olmak istiyorsa, aynı şekilde ek olarak ele geçirme içtepisine gerek duymaktadır. her iki içtepi türünü dışavurum biçimleri içinde yalıtlamanın güçlüğü, bizi uzun süre teorik bilgiler yönünden uğraştırmıştır.
beni bir parça daha dinlemeye katlanırsanız, insan davranışlarının, başka türden bir yan etkiyi daha dışa vurduğunu göreceksiniz. bir davranışın, aslında eros ve tahripten meydana gelmesi gereken tek bir içtepisel duygunun eseri olması çok enderdir. genellikle, davranışı olanaklı kılmak için, aynı tarzda oluşturulmuş birçok motifin bir araya gelmesi zorunludur. meslektaşlarınızdan biri bu durumun bilincine varmıştır; göttingen üniversitesi fizik kürsüsü profesörü g. ch. lichtenberg fizikçi olarak değil de, ruhbilimci olarak belki çok daha büyük önem taşıyordu. motifler gülü'nü bulan lichtenberg şöyle diyordu: «insanın bir şeyler yapmasına neden olan gerekçeler 32 yöne ayrılabilir ve adları benzer türde biçimlendirilebilir; örneğin, ekmek-ekmek-ün ya da ün-ün-ekmek gibi», bu durumda, insanlar savaşa çağrıldığı zaman, içlerindeki birçok motif, yani soylu ve bayağı, açık açık ortaya dökülen ve suskunlukla geçiştirilen türdeki gibi motifle bu çağrıyı evetleyebilir. burada hepsini açığa vurmak için bir neden yok. saldırganlık ve tahrip etme eğilimi de kuşkusuz bunların arasındadır; tarihte ve her gün karşılaşılan sayısız kötülükler, bu eğilimlerin varlığını güçlendirmekte ve gücünü artırmaktadır. bu yıkıcı çabaların, erotik ve düşüncel çabalara karıştırılması, doğallıkla tatmin edilmelerini kolaylaştırmaktadır. ara sıra, tarihteki vah şet olaylarını duyduğumuzda, düşüncel motiflerin, tahrip hırsına bir bahane olma görevini yerine getirdiği izlenimini edindik; başka bir olayda, örneğin kutsal engizisyon'un kıyıcılığında ise, düşüncel motiflerin bilinçte ön sırayı aldığını, tahrip motiflerinin de onlara bilinçsiz bir güç kattığını gördük. her ikisi de mümkündür.
teorilerimize değil, savaşı önlemeye ilişkin ilginizi kötüye kullanmak istemiyorum. ama popülerliği öneminin gerisinde kalan tahrip içtepisi üzerinde biraz daha durmak istiyorum. bir parça spekülasyon yaparak, bu içtepinin her canlı varlıkta etkin olduğu ve yaşamı cansız bir madde durumuna getirmek için yıkmaya uğraştığı kanısına vardık. erotik içtepiler yaşamı sürdürme çabalarını temsil ederlerken, tahrip içtepisi, ciddi olarak öldürme içtepisi adını almayı hak etmiştir. öldürme içtepisi, özel organların yardımıyla dışa, nesnelere karşı yöneltilen tahrip içtepisine dönüşmektedir. canlı varlık, kendi yaşamını, deyim yerindeyse yabancı bir yaşamı tahrip ederek korumaktadır. oysa öldürme içtepisinin bir bölümü canlı varlığın iç dünyasında etkinliğini sürdürmektedir ve biz bu tahrip içtepisinin iç dünyaya özgü duruma getirilmesinden normal ve patolojik birçok görüngü türetmeye çalıştık. saldırganlığın içe dönük bir şekilde yönünün değiştirilmesi nedeniyle duyuncumuzun (vicdan) oluştuğunu açıklamak için tanrıtanımazlığa bile saptık. bu süreç büyük boyutlara ulaştığında, duraksamamanın elde olmadığını görüyorsunuz; bu içtepisel güçler tahrip amacına yönelik duruma getirilirken, dış dünyadaki canlı varlıklara yardımcı olduğunu, mutlu kılıcı etkilerde bulunması gerektiğini düşünmek pek de sağlıklı bir davranış değildir. bu durum, biyolojik nedenler göstermeye yönelik, savaş açtığımız çirkin ve tehlikeli çabalara hizmet etmektedir. öte yandan bunların, doğaya, gösterdiğimiz dirençten daha yakın olduğu ve de bu konuda bizim bir açıklama getirmemiz gerektiği kabul edilmelidir. belki teorilerimizin, hele bu konuda pek de iç açıcı olmayan bir çeşit söylence (mythologie) olduğu izlenimini edindiniz. ne var ki, her doğabilim bu tür bir söylenceden kaynaklanmamakta mıdır? bugün fizikte de durum farklı mıdır?
şimdiye kadarkilerden, insandaki saldırgan eğilimlerin ortadan kaldırılmasının istenmediğini anlıyoruz. insanın gereksinim duyduğu her şeyi doğanın bol bol sağladığı yeryüzünün mutlu bölgelerinde, yaşamları uysallık içinde geçen, yükümlülük ve saldırganlık duygularına yabancı halkların bulunduğu söylenmekteyse de, ben buna pek inanamıyorum; bu mutlu insanlar hakkında daha çok şeyler duymak isterdim. bolşevikler de, maddi gereksinimleri tatmin edeceklerine söz vererek ve topluluk üyeleri arasında eşitliği sağlayarak insandaki saldırganlığı ortadan kaldırabileceklerini umut etmektedirler. ben
bunu bir yanılsama olarak görmekteyim. şimdilik büyük bir özenle silahlananlar onlardır ve yandaşlarını, en azından tüm kendi dışındakilerden nefret etmekle bir arada tutmaktadırlar. ayrıca söz konusu olan, sizin de belirttiğiniz gibi, insandaki saldırganlık eğilimini tümüyle ortadan kaldırmak değildir; bir savaş biçiminde meydana çıkmaması için yönünü değiştirmeye uğraşılabilir.
söylencesel içtepi öğretimizden çıkarak, savaşa karşı dolaylı yoldan savaşım vermek için kolaylıkla bir formül bulabiliriz. eğer savaşmaya duyulan istek, tahrip içtepisinin bir sonucu ise, o zaman bu içtepinin karşıtına, yani eros'a başvurmak, yapılacak en akla yakın iş olacaktır. insanlar arasında duygu bağları kuran her şey, savaşa karşı etkinlik göstermek zorundadır. bu bağlar iki çeşit olabilir. birincisi, her ne denli cinsel (seksüel) amaçlara yönelik olmasa da, sevgi duyulan bir nesneyle kurulan ilişkilerdir. burada sevgiden söz ettiği için ruhbilimsel-çözümlemenin utanç duyması gerekmez, çünkü din de aynı şeyi söylemektedir: kendini sevdiğin gibi en yakınını da sev. bunu istemek kolay, yerine getirmek zordur. duygu bağının öteki çeşidi ise, özdeşleşmeyle meydana çıkanıdır. insanlar arasında önemli ortak noktaları oluşturan her şey, bu tür ortak duyguların, özdeşleşmelerin belirmesine neden olur. insan toplumunun yapısının büyük bir bölümü de bunlara dayanmaktadır.
otoritenin kötüye kullanılmasıyla ilgili yakınmanızı, savaş eğilimine karşı dolaylı olarak savaşım verilmesi konusunda ikinci bir uyarı olarak alıyorum. bu, insanlar arasındaki, önderler ve bağımlı-olanlara ayrılan doğuştan gelme ve ortadan kaldırılamayan bir eşitsizliktir. sonuncular ezici çoğunluğu oluşturmakta, genellikle hiçbir koşul öne sürmeden boyun eğdikleri kararlan alacak bir otoriteye gerek duymaktadırlar. burada belki, bağımsız düşünen, kolay yılmayan, gerçeğin peşinde koşan ve bağımlı kitlelerin yönetimini üstlenecek insanlardan oluşmuş bir üst tabakanın yetiştirilmesi için bugüne kadarkinden daha çok özen gösterilmesi düşünülebilir. devlet gücünün karışması ve kilisenin koyduğu düşünme yasağının böyle bir eğitim için hiç de elverişli olmadığını söylemek, her halde kanıt gerektirmemektedir. içtepisel yaşamlarını aklın diktatörlüğüne bağımlı kılan insanlardan oluşmuş bir topluluk, doğallıkla ideal bir durum olurdu. hiçbir şey, insanlar arasında
böylesine yetkin ve uzun ömürlü bir birlik meydana getiremezdi, hatta aralarındaki duygu bağlarından vazgeçselerdi bile. ama bu, her halde düşülküsel (ütopik) bir umuttur. savaşı dolaylı olarak önlemenin öteki yolları, kuşkusuz daha geçerlidir, ama ivedi bir sonuç alınması konusunda umut vermemektedirler. insanın aklına, unu görmeden önce açlıktan öldürecek kadar yavaş öğüten değirmenler geliyor.
gördüğünüz gibi, ivedi pratik sorunlarda dünyadan haberi olmayan teorisyenlere danışıldığında ortaya pek bir şey çıkmıyor. her olayda, eldeki araçlarla tehlikeyi göğüslemeye çalışmak bence daha iyidir. mektubunuzda değinmediğiniz, ama beni özellikle ilgilendiren bir sorunu daha ele almak istiyorum. siz, ben ve birçok kişi savaşa karşı neden bu kadar öfke duyuyoruz, neden onu, tıpkı yaşamdaki öteki sıkıntılı durumlar gibi böylece kabul etmiyoruz? savaş, biyolojik olarak gerekçelendirilmiş, doğal, pratik yönden hemen hemen kaçınılmaz görünmektedir. bu sorum karşısında hemen telaşa kapılmayın. kimi zaman bir araştırmayı sonuçlandırmak için, gerçekte hiç benimsemediği bir fikir yürütmeye başvurabilmektedir insan. her insan yaşama hakkına sahip olduğu için, savaş insan yaşamını umutsuzca yıktığı için, bunun yanıtı şu olacaktır: savaş insanı aşağılatmakta, istemediği halde başkalarını öldürmeye zorlamakta, maddi değerleri, insan emeğinin sonuçlarını tahrip etmektedir. ayrıca günümüzdeki biçimiyle, eski kahramanlık idealini yerine getirme fırsatını tanımamakta ve tahrip araçlarının yetkinliği nedeniyle gelecekteki bir savaş rakiplerden birini ya da olasılıkla ikisini de ortadan kaldırabilecektir. tüm bunlar doğrudur ve o denli karşı çıkılmaz gibi görünmektedir ki, insanlar söz birliği ederek savaşı henüz reddetmedilerse, şaşmaktan başka bir şey gelmiyor insanın elinden. ne var ki, bu noktalar üzerinde ayrı ayrı tartışılabilir. üyelerinin yaşama hakkı üzerinde topluluğun hak öne sürüp sürmemesi gerektiği konusu da tartışma götürmektedir; ancak her savaş çeşidi aynı ölçüde lanetlenemez; başkalarını acımasızca yok etmeye hazır devlet ve uluslar var oldukça, bu başkaları da savaş için silahlanmak zorundadırlar. ancak, hemen geçelim, benimle tartışmayı istediğiniz konular değil bunlar. şimdi başka bir konuya geliyorum; savaşa karşı öfke duymamızın baş nedeni, sanırım elimizden başka bir şeyin gelmemesidir. bizler birer pasifistiz, çünkü oryanik nedenlerden böyle olmak
zorundayız. tutumumuzu kanıtlarla haklı göstermek, bu durumda bizim için kolay olacaktır.
bu noktanın anlaşılması için her halde bir açıklama yapmak gerekiyor, şöyle ki: aklın alamayacağı kadar uzun bir süreden bu yana kültürel bir gelişme (başkalarının uygarlık adını yeğlediklerini biliyorum) süreci gerçekleşmektedir. bugünkü durumumuzu ve çektiğimiz acıların büyük bir bölümünü bu sürece borçluyuz. bu sürecin sağladıkları ve başlangıcı karanlıktır, nasıl sonuçlanacağı da belirsizdir, niteliklerinden birkaçı kolaylıkla anlaşılmaktadır. olasılıkla insan türünün ortadan kalkmasına neden olacaktır, çünkü cinsellik işlevini birçok bakımdan olumsuz yönde etkilemektedir ve bugün bile, kültürsüz ırklar ve halkın geri kalmış katmanları, yüksek kültürlü katmanlardan çok daha büyük bir hızla çoğalmaktadır. belki de bu süreç, belirli hayvan türlerinin evcilleştirilmesiyle karşılaştırabilir ve biyolojik değişmeleri kuşkusuz birlikte getirmektedir; kültürel gelişmenin böyle bir organik süreç olduğuna ilişkin tasarımla bugüne değin kimse ilgilenmedi. kültürel süreçle başlayan ruhbilimsel değişmeler çok belirgindir. bunlar, içtepisel hedeflerin giderek değişikliğe uğramasından ve içtepisel duyguların kısıtlanmasından ileri gelmek tedir. öncellerimizi eğlendiren sansasyonlar, bizim için ilgi çekici olmaktan uzaktır ya da kendileri katlanılmaz duruma gelmişlerdir; ethiksel ve estetiksel ideal konusundaki istemlerimiz değiştiyse, bunun organik nedenleri vardır. kültürün ruhbilimsel niteliklerinden iki tanesi çok daha önemli görünmektedir: içtepisel yaşama egemen olmaya başlayan anlığın (intellekt) güçlenmesi ve tüm yararlı ve zararlı sonuçlarıyla saldırganlık eğiliminin iç dünyaya özgü duruma getirilmesi. bize kültürel süreci zorla benimseten ruhsal konum, artık savaşla keskin bir biçimde çelişkiye düşmektedir; bu nedenle savaşa karşı öfke duymak zorundayız ve ona katlanamamaktayız; bu, salt anlıksal ve duygusal bir karşı çıkış değildir, biz pasifistlerde görülen, daha çok yapısal bir hoşgörüsüzlük, çok büyük çapta bir idiosynkrasie'dir (belirli etkilere karşı aşın duyarlık; hastalık derecesinde nefret). gerçi savaştaki estetjksel değersizliğin, karşı çıkışımızdaki payı pek de vahşetinden daha az değildir.
daha ne kadar beklemek zorundayız, diğerleri de pasifist olana kadar mı? gelecekteki bir savaşın sonuçları karşısında duyulan haklı korku ve kültürel durum gibi bu iki etmenin etkisiyle çok yakın bir süre sonra savaşlara bir son verilebileceğine ilişkin düşünce belki de düşülküsel bir umut değildir artık. ama bunun hangi yollardan gerçekleşebileceğini kestiremeyiz. yalnız şunu söyleyebiliriz: kültürel gelişmeye yararı dokunan her şey, aynı zamanda savaşa karşı da etkinlik göstermektedir.
sizi yürekten selamlar ve açıklamalarımla sizi hayal kırıklığına uğrattıysam bağışlamanızı dilerim.
sigmund freud


--spoiler--

+6 əjdaha

11. qaqa bunu adam yerinə qoyanların adam olduğu şübhəlidir. dünyada psikanaliz adına basılan hər 1000 kitabdan sadəcə 17 bu gijdıllağın fikirlərini dəskələyir. geriyə qalanı isə inkar edir. ama söz yox dahi(!) olub olmasa bu qədər insanı aldada bilməzdi. insanın anasında süd əmməsi qədər masum bi şeyi şəhvətinə bağlayır. sizdə buna dahi diyirsiz yəni sizdə ananıza şəhvət bəsləyirsiz(və ya bəsləyibsiz)?.


not: bunun anası ögey qardaşı ilə sikişib. belə diyənlər varkı freudun atası elə ögəy qardaşıdır. və sübüt olunub ki, atası(!) özünə təcavüz edib. həmdə əksər xəstələrini ya dəli edib ya da dahada betər edibmiş.


not(2): nə hikmətdisə darwin qadının təkamülünü , freaudda qadının psikanaliz teorisindəki yerini( oğlan anasının məməsindən cinsi zövq alır buna görədə anasını çox sevir həyatı boyu. qızda eyni məmədən süd əmir amma oda anasını sevir. eee bu nasıl işdir arkadaş?) açıqlaya bilmədi. və işin qəribə tərəfi hələdə buna inanaların olmasıdır* allah kömək olsun .

+4 əjdaha

28. fizioloji-materiyalist ideyasına görə cinsi əlaqəni enerji itkisi tələb edən iztirablı gərginlik kimi qəbul edirdi.insanlar cinsi meylə həmin iztirablı gərginliyi ört basdır etmək üçün can atdığını fikirləşib.loru dildə desək cinsi meyl, bir növ qaşınmaya, cinsi məmnunluq isə bu qaşınmanın aradan qaldırılmasına bənzəyir.
"cinsi nəzəriyyə məsələsinə dair 3 məqaləsində" isə cinsi meylin və şəhvətin yalnız kişiyə aid olduğunu iddia edirdi.
sonrakı dövrlərdə froydun nəzəriyyələrindəki porodokslar üzə çıxmağa başladı.ona görə ki, cinsi meyl iztirabı aradan qaldırmaq üçün baş verən proses deyil.şəhvət və cinsi meyl tək kişiyə yox həm də qadına aiddir son olaraq şəhvət hissi sırf cinsi meyldən irəli gəlmir.
froydun öz dövründə məhşur olmasına səbəb cinsi əlaqə rolunu çox şişirtməyi, mühavizəkar düşüncəli adamların hədəfi olmağıdı.yenə də 50 il əvvəl düzgün sayılan fikirlərin 50 il sonra yalnış sayılması normaldı məsələ budur ki, azərbaycanlılar hələ də bunu doğru bilir.froyddan sonra bu sahədə çox araşdırma olub.froydu da oxuyaq, onun fikirlərini nəzəriyyəsini yalnış olduğunu sübut edən psixoloqları da.

+4 əjdaha

12. karl r.popper tərəfindən tənqidlərə məruz qalan psixoanaliz qurucusu.popper deyirmiş ki, psixoanaliz saxtalaşdırıla bilmir* falsifiability , ona görə də doğru olub olmadığını bilmək mümkün deyil.məsələn, xəstədə oedipus kompleksi olması güman edilir.əgər xəstə atasına qarşı nifrət dolu hərəkətlər edirsə, bu zaman oedipus kompleksinin mövcudluğu təsdiq edilir.yox, əgər atasına qarşı olduqca sevgi dolu görsənirsə, bunun qorxudan irəli gələn bir davranış olduğuna əsaslanaraq yenə oedipus kompleksi təsdiqlənir.bu halda popper`ə görə saxtalaşdırma həyata keçirilə bilməz və psixoanalizin doğruluğu yoxlanıla bilməz.

+4 əjdaha

7. azərbaydanda belə bir vərdiş var: xarici adların azəriləşdirilməsi. hardan gəlib, necə yaranıb bilmirəm amma çox adamı çox qıcıqlandırır. bu şəxs* sigmund freud də məhz bu azəriləşdirmənin qurbanıdır. özünün xəbəri yoxdur o ayrı. amma adına nə formada desəniz təcavüz olunub: froyd deyən kim, freyd deyən kim.
bir-iki il əvvəl kefim istədi çexiyaya gedirəm dedim. hərçənd ki, kefimi çex səfirliyinin səfiri və onun xanımının durduğu kimi endirəcəyini bilmirdim. ikisi də darvaza itidir elə bil. ölkələrinə adamı ancaq onda buraxırlar ki, day tökülməyən zəhləniz qalmasın, ölkələrini əkəni, doğanı söyüb batırıb, nifrət yağdırmayasız. nəisə interview əsnasında məndən çexiyada önəmli yerləsi filan soruşdu mən də içində freydin ev muzeyi var dedim. elə sifət elədi ki, yəni o kimdi?! tələffüzümdən anlamamışdı kişidən bəhs etdiyimi. nəisə nə başınızı ağrıdım. o vaxtdan bəri lap nifrət elədim adların dəyişdirilməsinə. beləcə də vərdiş etdirdim özümə əvvəl sigmundu deginən sonra freudu.

+4 əjdaha

26. `azadlıq, insanlara mədəniyyətlərin ərmağanı deyil, heç bir mədəniyyət olmayanda insanlar daha azad idi.`

yəhudi əsilli ateist psixoanalitik.

+2 əjdaha

10. may ayını gözəlləşdirən dahilərdən biri. bugün* dünən karl marks 6 may onun doğum günüdür. yaranışın və yaradılmışların və yaratmışların ən önəmli qazancıdır.

+2 əjdaha

24. kokain bağımlısı olduğunu öyrəndiyimdə təəccübləndiyim psixanalist.

+1 əjdaha

29. yuxuların yozumu kitabı ilə indiyə kimi bildiyim yuxu yozumunu alt-üst etdi. yuxunun beyinin qıcığa cavab verməsi kimi izah edərək, uşaq vaxtı yuxuda hündürlükdən çarpayıya çırpılma hissini şeytan əlaməti olduğunu vurğulayaraq bizi qorxudan və s. kimi yuxu yozumunu yerə vurur.

+2 əjdaha

27. freud popular olmasına baxmayaraq, carl gustav jung u ondan daha üstün tuturam.

+1 əjdaha

5. bir var görünən və bizə öz dili ilə öyrədilmiş freud(freud məktəbi)

bir də var pərdə arxasında qalmış,və maraq göstərildiyi təqdirdə öyrənilmiş freud.

frued dediklərində,ağla libido gəlir,psixanalitikanın banisi,puro və elimsəl cümlələr.

digər prizmadan isə;

kokaini qanına bulamış,dostunu morfindən uzaqlaşdırmaq üçün o şəxsə kokaindən istifadəni məsləhət görmüş,platonik eşq macəraları yaşayan,və baldızı ilə cinsi əlaqəyə girib,ən yaxın dostlarını ideologiyasına görə yanından uzaqlaşdırmış vyana uşaqı olub.

+1 əjdaha

25. yer kürəsinin görüb görəcəyi ən yüksək dərəcəli beyinlərdən biri, məsələlərə yanaşma tərzi, xarakteri, söylədiyi aforizmlər ilə bir çox insanın yaddaşında xüsusi bir yer edə bilmiş bir, yəhudi elm adamı.

əsl adı sigismund şlomo freud [froyd] olan bu şəxs 1856-cı ildə indiki çexiyada dünyaya gəlmişdir. 4 yaşında olarkən ailəsi viyanaya köçmüş və freud demək olar ki, ömrünün sonuna qədər burada qalmışdır. alman, ingilis, fransız, italyan, ispan, ivrit dillərini öyrənmişdir.

həkimlik kariyerası boyunca psixoanaliz mövhumunu işıqlandıraraq psixiatriya sahəsinə çox böyük tövhələr vermişdir. insanların cinsi statusunu, göstərdiyi cinsi meylləri və onların patoloji təzahürlərini ayrı-ayrılıqda tədqiq edərək sistemləşdirmiş və ümumi formada desək cinsi həvəsin (libidonun) insanın həyat fəaliyyətindəki rolunu və təsirlərini öyrənmişdir. "gündəlik həyatın psixopatalogiyası", "yuxuların yozumu", "psixoanaliz haqqında", "totem və tabu", "isteriya ilə mübarizə" yazdığı məhşur kitablardanır.

psixiatriya sahəsinə alfred adler, edoardo weiss, carl gustav jung-ı qazandırmışdır.
alfred adler və carl gustav jung ilə freud dərnəyini qurmuş birlikdə çoxsaylı araşdırmalar aparmışdır. lakin sonradan carl gustav jung ilə libido mövzusunda əsaslı fikir ayrılıqları ucbatından yolları ayrılmışdır.

qızı anna freud da psixoanaliz sahəsində işləri ilə məhşurdur. ata freudun qızının üzərində uşaqlıqdan bəri keçirdiyi təcrübələr və psixoanaliz tədbirləri, eyni zamanda freudun öz ailəsinə göstərdiyi qatı xarakteri annada dərin psixi problemlər yaratmış və təxminlərə görə annada patoloji meyl - homoseksuallıq müşahidə olunmuşdur.

freudun kokainə olan asılılığı kimi əsassız məlumatlar mövcuddur. əslində isə freud kokainə qarşı heç bir asılılığı olmamışdır. lakin freud gün ərzində çox sayda siqaret çəkməsi ilə məhşur olmuşdur ki, bu səbəbdən üst çənə və damağın xərçəngi xəstəliyinə düçar olmuşdur. nazilərin viyanaya daxil olması səbəbilə 1938-ci ildə londona köçmüşdür. həyatının sonlarında duyduğu dözülməz ağrıların sona çatması üçün həkimdən ona yüksək doza morfin vurmasını istəmiş, yuxarıda sözü gedən qızı anna freud da bu qərarı təsdiq etmişdir. beləliklə, sigmund freud londonda 1939-cu ilin 23 sentyabrında həyata gözlərini yummuşdur.

bu gün belə bir çox psixiatriya xəstəxanalarında freudun sayəsində əldə olunmuş məlumatlardan istifadə olunur və 100 ilə yaxın bir vaxtdır ki, bir çox xəstələr onun sayəsində öz psixi sağlamlıqlarına qovuşmuşdurlar. freudun apardığı tibbi araşdırmalar, həyatı və tələbəsi carl jung ilə münasibəti dahi rejissor david cronenbergin "a dangerous method" filmində ustalıqla təsvir edilmişdir.

+1 əjdaha

13. bir ara sitatları olan şəkilləri örtük şəkli etmək dəbdə idi.deyilənə görə at balasını öldürəcək dozada narkotik maddə qəbul edirdi.

+1 əjdaha

20. cinsi həyatı dərinliklərinə qədər öyrənmişdir. onun cinsəl həyatla maraqlanması böyük ehtimalla ailəsində qohumluq vəziyyətinin qarışıq olması idi. hətta deyilənə görə freudun atası onun qardaşı olmuşdur. yəni ailəsində bu dərəcədə qarışıqlıq olmuşdur. özü isə ancaq həyatını cinsi həyata qurban vermişdir. onun düşüncələrinə görə yeni doğulmuş oğlan uşağ anasından süd əmərkən anasına təcavüz etmiş sayılır. amma freudun belə gic-gic teoremləri ancaq oglanlar üçün idi. qızlar üçün elə də fikirlər irəli sürməyi bacarmırdı. onun düşüncəsinə görə oğlan uşaqları kiçik vaxtlarında atsına nifrət hissi,anasına şəhvət hissi keçirir. belə teoremləri irəli sürərək neçə insanın həyatına son qoymuşdur freud. belə ki,öz teoremlərinin yanlış olduğu ortaya çıxdıqca son çarəni öz psixi xəstələrinin üzərində tapır və onlara yanlış düşüncələr verərək onların intiharına səbəb olmuşdur. əlbəttə ki,freudun teoremlərini qəbul edənlərdə vardı. balaca freud 7 yaşında olarkən öz valideyinlərinin otağına işəyər. bundan qəzəblənən atası freuda heç vaxt "adam olmayacağını" söyləyər.irəliləyən zamanlarda isə bu işəmə səhnəsi onun yuxularına girər və atasına nifrət bəsləyər. freuda təsir edən digər hadisə isə onun balaca vaxtı anasını çılpaq şəkildə görməsi və şəhvət duymasıdır. bu da freudun "oğlan uşağının anasına şəhvət duyması və atasına nifrət etməyi" teoreminin öz həyatından irəli gəldiyini göstərir.freud haqqında maraqlı digər fakt isə cinsi həyatı tam dərinliklərinə qədər öyrənməsinə baxmayaraq həyatında ilk dəfə 30 yaşında bir qadınla bərabər olmasıdır.

+1 əjdaha

18. psixoanaliz ilə marksizmi əlaqələndirməyə çalışan və ruhi xəstəlikləri cinsi əlaqə ilə müalicə edən wilhelm reichin məllimi. 20 lərdə filan bərabər çalışmaları da var

+1 əjdaha

9. "hərkəs doğru insanı tapmaq istəyər yanılmamaq üçün amma heçkəs çalışmaz doğru insan olmaq üçün" sözlərinin müəllifi.

+1 əjdaha

21. psixanalitikin ustası yəhudi elm adamı. xəstələrini hipnoz edərək müalicə edirmiş. həmin xəstələrin şüuraltında uşaqlıqlarına qədər gedərək, o yaşlarda yaranan bir travma yada çekirdek inancı dəyişirmiş. ama ən maraqlısı insan xarakteri haqqında verdiyi izahlardır. sigmunda görə, 3 tip insan var. id yüksək olan insanlar, egosu yüksək olan, və bir də süperegosu yüksək olan insanlar. id-i yüksək olan insanlar öz təbii ehtiyaclarını, istəklərini bastırmayanlardır.yəni şiddəti və seksi. məsələn türmələrdə belə insanlar çoxdur cinayətkarlar, təcavüzkarlar. cəmiyyətin, insanların nə düşündüyün veclərinə almayaraq öz istəklərin yerinə gətirənlər. süperegosu yüksək olan insanlar öz istəklərini,instiktlərini tamamilə basdırıb, cəmiyyətə insanların düşüncəsinə önəm verənlər, topluma görə yaşayanlardır. ayıbdı sözünü çox işlədir bu tip insanlar azərbaycanda. sonuncusu isə egosu yüksək insanlar. egosu yüksək insanlar bayaqki ikisi arasında tarazlıq quranlardır. yəni həm öz istəklərini edirlər gizlicə, az. həm də cəmiyyətin insanların düşüncələrinə önəm verirlər. şüuraltının həmişə çox önəmli olduğunu vurğulayıb sigmund dayımız. (baxma: şüuraltının zarafatdan anlamaması)

+2 əjdaha

1. psixoanalizin qurucusudur. cinsi mövzularda olduqca çox fikir ireli sürüb. bütün fikirleri de görücü kimi günümüzde öz tesdiqini tapıb.

+1 əjdaha

4. intim münasibətleri ən xırda detallarına qədər işləməsinə baxmayaraq 30 yaşına qədər heç bir qadınla yatmamış və ən möhtəşəm əsərləri də həmin dövrdə yazmış insan. rusların seçenovu dura dura freydi qıdmıram

+1 əjdaha

15. üstündə çox mübahisəli mövzular olan, psixoanalitikanın banisi olmayan, id, eqo, altereqo sözlərinin belə sahibi olmayan, elm adamı kimliyi olan bir yəhudidir. id, eqo, supereqo sözləri freydin amerikada ingiliscəyə çevrilən kitabındakı mütərcimin igidliyidir. o bu qavramları almancadan ingiliscəyə deyil, latınca mənalarını götürərək freydə ağıl öyrədib. freyd bu tərcümədəki üslubu özü götürərək sonrakı kitablarında istifadə edib. freyd haqqında ən dolğun fikir sahibi əlbəttə ki, karl qustav yunqdur, lakin yunqun dilindən oxuyanda freydin əsl kimliyi məntiqli şəkildə ortaya çıxır. özünün problemi tragikomik vəziyyətdə kitablarında qeydə aldığı xəstələrdən fərqlənmir. atası ilə olan problemləri, gördüyü yuxular və davranışlarındakı tabular yunq tərəfindən dilə gətirilib. yunqun bu kitabını oxumağı şiddətlə tövsiyə edirəm: anılar düşler düşünceler

bir də onu deyim ki, freydin psixoanalitikaya gətirdiyi yeganə şey (freyddən əvvəl bu sahə var idi, biraz maraqlanan hər kəs bunu bilir) cinsəlliklə nevroz arasındakı əlaqədir, hansı ki bunu da şişirdərək həyatın mənasına çevirib, əlindəki parçanı həqiqət sayan axmaqlar kimi.



hamısını göstər

sigmund freud