bugün wiki təsadüfi son
sözaltı sözlük
məsləhət postlar mesaj Profil

...

ən bəyənilən ekşi sözlük entryləri

| anket
44,454 | 202 | 1002

əjdahalar  googlla
sözaltı roman - dünənin ən bəyənilənləri
« / 17 »


    Yalnız deyilsən!

    Bu duyğuların müvəqqəti olduğunu və kömək mövcud olduğunu bilmək vacibdir. Dostlarınıza, ailənizə, profesionallara müraciət etməyiniz vacibdir. Sizi dinləmək və lazım olan dəstəyi təmin etmək istəyən insanlar var. Sözlük yazarları olaraq səni hər zaman dinləyə bilərik.

    Əgər yalnız hiss edirsənsə, 860 qaynar xəttinə müraciət etməyini tövsiyə edirik.

    161. başlıq: ayak fetişizmi
    yazar: diazepam
    sene baya eski yıllar, o zamanlar daha ayak fetişizminin yüreklice dillendirilemediği, sapıklık olarak algılandığı yıllar. kızlı erkekli ortamlarda kızları etkilemek için “ya bende ayak fetişi var eheh memeh” diye konuştuğumuz, saçma sapan dönemler. üniversitenin ilk yılları benim için.
    erkek lisesinden gelip de üniversite ortamında kızları görünce, hele ki bu kızlarla içinde seks, sevişmek, meme, vb. kelimelerin geçtiği sohbetlere iştirak edince şirazem iyice kaydı. yine böyle sohbetlerin birinde, güzel marmara şarabının da vermiş olduğu kafa dengesizliği neticesinde, konuştuğum kızı etkilemek adına bende iflah olmaz bir ayak fetişi var diyiverdim. gel zaman git zaman biz bu kızla takılmaya başladık. halvet falan derken bir gün bu kızın aklına benim ayak fetişim geldi.
    gelmez olaydı, o günden sonra günde üç öğün, 1 saat ayak emmeye başladım. ayakla hiç işi olmayan, sevişmede kesinlikle yer vermeyi düşünmeyen ben, sırf ağzımdan böyle bir şey çıktı diye nasıl ayak emiyorum şaşarsınız. baş parmak, topuk, aşil tendonu bırakmıyorum, bir girişiyorum ayağı tertemiz edene kadar.
    biter sandım, bitmedi. artık nasıl bir iştiyakla girişiyorsam ayaklara kız eve gelir gelmez ayakkabısını çıkarıp, bebek emzirir gibi emziriyor beni. yazın, sandalet giymiş, bakımlı, ojeli ayakları öpüp koklamak ilk başlarda bana zararsız geldi, hatta inceden bir ayak fetişizmi bile yapılandırdım içimde, ancak arkadaş bu işin kışı da varmış. günde 8 saat, bot içinde, yün çorapla marine edilmiş ayakları emmekten aklım dimağım oynadı. tamam ayak fetişimiz olabilir de arkadaş, bot kokusunun deri altına nüfuz ettiği bir ayağa hangi fetiş dayanır?
    neticede dayanmadı, olmuyor dedim. ben bu ayakları dondurma yalar gibi, emzik emer gibi, suyu somurur gibi somuramayacağım artık. e hani sende ayak fetişi vardı diyiverdi, dedim tamam var da arkadaş ojeli tırnaklı, ince derili, pembe topuklu ayak fetişi var, 3. mekanize tugayında askerlik yapan ahmet’in ayağı gibi ayakla karşıma çıkarsan afedersin skerim ben öyle fetişi.
    ayrıldı benden, ayaklarını er ahmet’in ayaklarına benzetmem bardağı taşırdı sanırım. peki ne ders alıyoruz bundan? kadın vücudunun herhangi bir bölgesi sizin için gerçekten fetiş bir obje değilse, götten fetiş uydurmayın. hele hele ayak gibi, göt gibi riskli bölgelere hiç girmeyin. sonunda fetiş diye çıktığınız yolda, burnunuzda kesif bir bot kokusuyla kalakalırsınız.
    bugün hala, ne zaman bot giyen bir kız görsem burnumun direği sızlar...

    Yalnız deyilsən!

    Bu duyğuların müvəqqəti olduğunu və kömək mövcud olduğunu bilmək vacibdir. Dostlarınıza, ailənizə, profesionallara müraciət etməyiniz vacibdir. Sizi dinləmək və lazım olan dəstəyi təmin etmək istəyən insanlar var. Sözlük yazarları olaraq səni hər zaman dinləyə bilərik.

    Əgər yalnız hiss edirsənsə, 860 qaynar xəttinə müraciət etməyini tövsiyə edirik.

    162. başlıq - yobazlar için erotik hikayeler


    selamın aleyküm. ben istanbuldan ebu.
    sıcak bir ağustos gününde işten eve gitmek üzere bir belediye otobüsündeydim. kucak dolusu sakalım ve kafamda sarığımla otobüste ilgi odağıydım. bütün kadınların gözünün üzerimde olduğunu hissediyordum. cebimden çıkardığım mendilimle sakalım ve sarığımın yaptığı baskıyla terden sırılsıklam olan yüzümü sildim. derken otobüs bir durakta durdu, yolcu aldı ve yeniden harekete geçti allahın izniyle. az önceki duraktan otobüse binen bir kadın tam karşıma oturmuştu. aman allahım. bu ne güzellikti. etkilenmemek mümkünmüydü. simsiyah çarşafıyla adeta bir nur gibi düşmüştü otobüse. özellikle gözlerinden çok etkilenmiştim. bu düşünceler içinde, otobüs te yol almaya devam ediyordu. hemen yan tarafımızda açık olan pencereden rüzgar esiyo ve biraz da olsa serinlik veriyordu. derken rüzgarın da etkisiyle kadının çarşafı, gözlerinin üstünde ki kısımdan biraz geriye doğru açıldı ve. aman allahım. bu satırları sizlere yazarken bile o an ı yeniden yaşıyormuş gibi hissediyorum. evet. işte tam o anda bir tel saç, çarşafın geriye açılan kısmından aşağı doğru,kadının gözlerinin üstüne doğru süzüldü. işte o anda kalbim yerinden fırlayacakmış gibi hissettim. manzarayı hayal edebiliyor musunuz? kadının saç teli olduğu gibi açıktaydı ve görünüyordu. ama bu duruma otobüste benden başka kimse ilgi göstermiyordu. kimin umurundaydı? ben bu anın keyfini çıkarmaya baktım. yaklaşık 3 saniye süren bu göz banyosundan sonra kadın çarşafını yeniden düzeltmişti. ben de ineceğim durağa gelmiştim bile. bana hayatım boyunca hiç unutamayacağım heyecan ve şehvet dolu dakikalar yaşatan bu kadına şükrettim ve otobüsten indim.
    bu haftalık benden bu kadar. bir sonraki hikayem de görüşmek üzere.
    26.08.2008 13:35 ~ 14.02.2011 00:18 lanetli cenin


    esselamın aleykum. ben istanbul'dan celil. besmelemin ardından 24 yaşındayken başımdan geçen naçizane bir vakayı sizle paylaşmak istiyorum allah affetsin. fatih'e ilk taşındığımız yıllarda, sokağımızdaki hikmet abinin konfeksiyon dükkanından bir cübbe almıştım. bu cübbenin beni çok hoş ve yakışıklı gösterdiğini söylüyordu kardeşim ebrar ve kuzenim emrullah. fakat hiç bir bayanın görüşünü alamıyordum, çünkü bizde zinhar sözlenilmemiş bir bayanla konuşmak ses ve göz zinası idi. böylesine bir ihtimali düşündüğümde bile kendimi cehennemin en aşağı katında acı ve ızdırap içinde yanarken hayal ediyor, bu şeytan vesvesesi düşünceyi terk eyliyordum. lakin hani derler ya yasaklar cezbeder bu zayıf insan nefsini diye, günden güne cübbemin bana yakışıp yakışmadığını bir bayana sorma düşüncesini aklımdan çıkaramaz oldum. allah'ıma bu aciz kulunu affeylemesi için sürekli dua ediyor, zikreyliyordum. zikrimi de zevkle çekiyordum. apartman komşumuz hacı hüseyin ağabeyin bir kızı vardı. adı camiye idi. onu ne zaman görsem, iblisin aklıma fena fikirler sokmasından tereddüt ediyor, başımı kıbleye çeviriyor, aklımı ve kalbimi iman ile doldurmaya çalışıyordum. günlerden bir gün onu gördüğümde başımı tekrar kıbleye çevirmek istedim lakin camiye benim tam kıbleye bakan tarafımda idi. böylesine bir olay tesadüf olabilir miydi? gerçekleşmesi bunca düşük bir ihtimal kendiliğinden var olabilir miydi? biz yaratılışa ve allah'ın varlığı inancımıza, çok çok düşük olasılıkların kendiliğinden oluşmasına ihtimal vermediğimiz için bu denli bağlı değil miydik, evrimi bu sebeple redeyliyor, evrime bu sebeple burun kıvırmıyor muyduk? bunun allah'ın bir takdiri olabileceğine ihtimal verdiğim anda bedenimde bir rahatlama varlığımda bir huzur tezahür etti. işte bu huzur tezahürü, kalbimi şeytan vesvesesine açık bırakmış, ve bana bir günah işletmişti. kalbim küt küt çarpıyordu. heyecandan ellerim kollarım titriyor, haşa aklımı kaçıracak gibi oluyordum. kendime daha fazla engel olamayıp yanına yürüdüm ve "camiye" diye seslendim. camiye çok mahçup olmuştu. peçesinden ve çarşafından yanaklarının kızardığını göremesem de hissediyordum. camiye hemen başını öne eğdi. "buyur celil abi, bir malumatın mı var" diye cevap verdi. sesi öylesine ılık ve tatlıydı ki, düşüp bayılacaktım. "camiye cübbemi 2 hafta kadar önce aldım hikmet abinin dükkanından. yakışmış mı sence bana" diye soruverdim bir anda. evet ben azapların en kötüsünü, en acısını, cehennem ateşinin en sıcağını hakediyordum lakin bir anda oluvermişti işte. o kelimeler arı sokasıca dilimden çıkıvermişti. camiye yüzüme bakmadan "yakışmış celil abi. güle güle kullan" dedi. sonra yüzüme bakmadan arkasına dönüp "allah'a emanet ol" diyerek hızla uzaklaştı. bir bayandan böylesine sözler duymak aklımı başımdan almıştı. hızla eve koşarak duşa girdim. hayatımın ilk mastürbasyonunu o gün hızla ve vahşice gerçekleştirdim. şuan 28 yaşındayım ve mastürbasyon yapmaya devam ediyorum. ileride elbet bir gün tövbe edeceğim amma o güne kadar allah'ın affına sığınıyorum. allah'a emanet olun.
    04.04.2012 13:27 ~ 13:44 unknown89

    Yalnız deyilsən!

    Bu duyğuların müvəqqəti olduğunu və kömək mövcud olduğunu bilmək vacibdir. Dostlarınıza, ailənizə, profesionallara müraciət etməyiniz vacibdir. Sizi dinləmək və lazım olan dəstəyi təmin etmək istəyən insanlar var. Sözlük yazarları olaraq səni hər zaman dinləyə bilərik.

    Əgər yalnız hiss edirsənsə, 860 qaynar xəttinə müraciət etməyini tövsiyə edirik.

    163. ən bəyənilən deyil prosta cırıldım gülməkdən -* -*
    çekinmeden olduğu gibi davranan birinin sevgilisini nasıl etkilediğine dair gülümseten bir olay
    ilk defa evime gelecekti. o aralar da şimdiki gibi mutfakla az çok aram iyiydi. gel sana yemek yapayım dedim. tavada biftek, makarna ve fırında sebze yapacaktım. bir gün önceden pasta da yapmıştım. malzemelerle birlikte şarap da aldım ve gelmesine yakın girdim mutfağa işe koyuldum.

    normalden biraz erken geldi. o esnada makarna pişiyordu, biftekleri kızartmak üzereydim ve fırında sebzelerim vardı. bilgisayardan kaliteli bir müzik açmış, artistlik olsun diye de tezgaha bir kadeh şarap koymuş, arada bir içiyordum. "böyle de lord bir insanım, yemek yaparken bile şarap yudumlar, müziğimi dinlerim" mesajı vermekti amacım. kız evi gezip kediyi falan sevdikten sonra yardım etmek için mutfağa geldi. ben o gelene kadar heyecandan iki üç kadeh falan şarap içmiştim. bayağı bayağı mutfakta şarabı gömüyordum.

    sonra bir an geldi. bir yandan fırından sebzeleri çıkartıyorum, bir yandan makarnayı süzüyorum, bir yandan da biftekleri çevirmem gerek. bir an geldi... kendimi o kadar mutfağa kaptırdım ki bir büfeciye dönüşüverdim ve biftekleri çevirmek için kullandığım maşayı tabağa çıkırt çıkırt vurarak "biyron biyron biyroooooonn" diye haykırdım. hızımı alamayıp "biyorsanlar efendim et var tavuk var biyroooooooooooon" diye devam ettim. kendimi durduramıyordum. stresten patlama yaşamış, şarabın ve maşanın da etkisiyle bir dayıya dönüşmüştüm.

    bir ömür gibi gelen beş saniyelik sessizliğin ardından ikimiz de dağıldık. sevgilim olayı "off ya slk şey" modunda bir tepkiyle karşıladı. o ana dek hiç bu kadar yakınlaşmamıştık belki de. resmen maskemi çıkarmıştım, çırılçıplak karşısındaydım artık. "ben aslında bu adamım" demiştim. ben "biyron" demekten zevk alan o adamım.

    iyi ki de demişim.

    "işte o çocuğun adı aynştayndır" klişesi olacak belki ama sonra o kızla karı-koca olduk biz. ve ben ne zaman mutfakta hararetli bir şekilde yemek yapsam maşayla "biyron biyron biyrooooon" diye bağırıp evi çınlattım. o da her defasında ilk kez duyuyormuş gibi güldü.

    demem o ki gençler, özünüzü gizlediğimiz maskelerden sıyrılın ve içinizdeki büfeciye karşı koymayın. çıkacağı varsa, bırakın çıksın. inanın hayat daha iyi akacak.

    13 əjdaha!

    25.07.2018 13:21, achilles

    Yalnız deyilsən!

    Bu duyğuların müvəqqəti olduğunu və kömək mövcud olduğunu bilmək vacibdir. Dostlarınıza, ailənizə, profesionallara müraciət etməyiniz vacibdir. Sizi dinləmək və lazım olan dəstəyi təmin etmək istəyən insanlar var. Sözlük yazarları olaraq səni hər zaman dinləyə bilərik.

    Əgər yalnız hiss edirsənsə, 860 qaynar xəttinə müraciət etməyini tövsiyə edirik.

    164. başlıq: liberal demokrat partili hamit
    iyi hatırlamam tarihleri ama sanırım ya 1998 ya da 99'du. o zamanlar lisede okuyor, siyasete ilgi duyuyordum. henüz hamit’le tanışmamıştık. şimdilerde olmayan, o günler olmasa da olan 'kanal e' diye abuk bir kanalda, besim tibuk diye biri konuşuyor, konuştukça ekrana kilitleniyordum. evde babam falan varsa “adam güzel konuşuyor” deyip, onunla beraber izliyorduk. besim tibuk liberal demokrat parti’nin başkanıydı.

    adamı sürekli takip etmem babamın da dikkatini çekmiş olacak ki, “istersen seni tanıştırayım, tanıyorum” dedi. hamit’le ise hala tanışmamıştık…

    besim bey bizi odasında ağırladı, “ne içersin?” dedi. ben de heyecandan “hiç..” dedim. “iç..iç bir şey iç, çay iç” dedi. “olur” dedim. babam “bizim çocuk da yazıyor bir şeyler, yanında getirdi” dedi. siyasetle ilgili yazılarımın olduğu sayfaların çıktılarını besim bey'e verdim. besim bey yazılara baktı..okudu mu, okur gibi mi yaptı tam anlamadım ama inceledi yani epey…

    3 kötü yazı 1 iyi yazıyı götürmemiş olacak ki sohbetin sonlarına doğru “gel sen bizim gençlik kolunda çalış” dedi. uçtum uçtummmm havalara uçtummm..gören nasa'da terfi etti sanar. hamit ise o yıllarda işsizdi.

    bu ziyaretin ardından ben deliler gibi ldp gençlik kolları’nda çalışmaya başladım. pazartesi il başkanlığı'na, diğer günler okuldan çıkıp ilçe başkanlıklarına gidiyordum. o kadar çok çalıştım ki hemen 2-3 hafta sonra bi ilçenin gençlik kolu başkanı yaptılar beni. özellikle 35 yaş altı kim varsa herkesle ben ilgilenirdim. hamit ise henüz uğramamıştı bize, zira doğru yol partisi'nde takılıyordu hamit.

    bir gün boş boş ilçe başkanlığında oturuyordum. kapı çaldı. hamit geldi. üzerinde bir takım elbise..kibar konuşuyor, partiye kayıt olmak istiyordu. ben de hemen formları çıkarttım. “ne iş yapıyorsunuz?” dedim, hamit hiçbir iş yapmamasına ve okul okumamasına rağmen hafif tebessüm ederek, “makine teknikeriyim” dedi. ve hamit, neredeyse onu tanıdığım seneler boyunca, işini soran herkese hafif tebessüm ederek, “makine teknikeriyim” diyecekti. çok sallardı hamit.

    hamit bizim toplantılara gelmeye başladı, ilginç bir tipti. mail adresi : [email protected]’du (yemin ederim) ama bilgisayarı yoktu. bir gün merakımdan o mail adresine mail attım. cevap verdi. gerçekten de mail adresi onunmuş, anladım.

    hamit’in evi de yoktu. arabayla milleti her zaman aynı adrese bırakırken, hamit’i her zaman farklı bir adreste bırakırdık. bazen “beni internet kafeye bırakın” derdi, bazen hiç para ödemediği bir meyhanenin önünde inerdi.

    çoğu kişi hamit'ten uzak durur, pek samimi olmazdı ama biz 3-4 arkadaş ve hamit hep beraberdik. bağımlılık yapardı hamit.

    onun parasız, işsiz güçsüz gezen, sürekli aynı kıyafetlerle dolaşan, ekranı çatlak 8. el telefonlar kullanan ama hayattan muazzam zevk alan hali, kafaya çok şey takmayışı ve tüm bunlara rağmen kendine olan müthiş özgüveni bizi bizden alıyordu. eğer buluşuyorsak, hamit olmadan buluşmanın anlamı yoktu artık bizim için. şahsına münhasırdı hamit. hiç parası olmamasına rağmen iyi gezerdi. hamit'in sıradan bir günde yaptığı şeylerin yüzde 10'unu yapabilmek için hafta sonunun gelmesini bekleyenlerdendik, hamit ise vakti bol bir ücretsiz yaşam rehberiydi.

    buluştuğumuz zaman genelde pastaneye giderdik. herkes menüden tatlısını seçerken o, tüm tatlılardan karışık bir tabak isterdi. garson da biliyordu artık..hamit oturur oturmaz garsona “asorti” derdi, garson hamit’e özel tatlı tabağını getirirdi. kebapçıya gitsek mutfağa girer, etleri inceler, ustayla sohbet ettikten sonra kararını verirdi ve hiç hesap ödemezdi hamit.

    dedim ya işsizdi hamit, çalışmazdı. ama süper 'çalışıyormuş' taklidi yapardı. cebinde hep kartvizitleri vardı. kocaman yazardı; 'makine teknikeri' diye. gerçekten de bazen iş gelirdi, arayan olurdu, koşa koşa giderdi..nasıl yapıyorsa yapardı. becerikliydi hamit.

    bir gün de hiç unutmam partide yaptığımız toplantılardan birine bi çocuk geldi. hamit'i bilmem nereden tanıyormuş. biz ilk kez hayatımızda hamit'i tanıyan birini görüyorduk. "nereden tanışıyorsunuz?" demiştim. "hamit bey (dikkat edin bey) bizim mahallenin imamıydı" dedi ve kesinlikle espri falan yapmıyordu. gayet ciddiydi. bunu duyunca hamit'e baktım "ne ayak?" şeklinde. hamit ise oldukça olgun, babacan ve sıcak bir tebessümle bana bakıyordu. bu bakışı biliyorum, hamit'in "bekleme yapma devam et" bakışı bu, o yüzden sorgulamadık. hamit muhtemelen bir şekilde bir yerde kısa bir süre (foyası ortaya çıkana kadar) imamlık da yapmıştı, nasıl yapmıştı bilmiyoruz ama buna hepimiz kanaat getirmiştik. çocuğu da bir daha görmedik (bak arkadaşım her kimsen ve eğer bu yazıyı okuyorsan neredeyse 15 senedir bu olayı çözebilmiş değiliz, ulaş bana). sizi her şey olduğuna inandırabilirdi hamit.

    saraçhane'de bir çay bahçesi vardı her zaman gittiğimiz. çay bahçesinin de kocaman bir kangal köpeği. köpek beni ne zaman görse yerinde duramıyor ve çok afedersiniz şeyi kalkıyordu (olm köpeklerle iyi anlaşıyorum ben, hayvan beni görünce seviniyor normal!). ama hamit bu işte, herkesin içinde (evet müşteriler falan varken) bağıra bağıra "soner hadi karabaş sana bi kaysın" derdi ve en az 2-3 dakika gülerdi bunu dedikten sonra. ama gözü falan yaşarırdı gülmekten. yani allah korusun karabaş gerçekten bana 'kaysa', muhtemelen bu hamit'in acayip hoşuna gidecek ve beni kurtarmayacaktı. arsızdı hamit.

    halı saha maçlarına giderdik, baya iyi kaleciydi. öyle bir kulüp var mı bilmiyorum fakat eskiden küçükkuyuspor’da mı ne oynuyormuş (bence atıyordu ama olsun). bir gün yine kaleci olacak..her şey hazır fakat hamit “ben kaleden sıkıldım” dedi. “ulan şimdi mi söylenir?” dedik, “geç” desek de dinletemedik. geçmedi kaleye. inatçıydı hamit. 8'e 7 maç yaptık. bizim takımdan 10'ar dakika herkes kaleye geçti. hamit dışarıdan bizi seyrediyordu. maç bitti, fark yedik. fark yemekten çok, hiç zevk almadık arkadaş. hepsi hamit yüzünden. o gün ilk kez sinirlendik hamit’e. yolda eve dönerken “in lan!” dedik. “param yok dönemem” dedi. “sktir git” dedik, indi. ertesi gün “naaptın?” dedik, “durakta yattım” dedi. bize bozulmazdı ve dışarıda kolaylıkla uyurdu hamit.

    bir gün ldp istanbul il başkanıyla önemli bir konu hakkında görüşecektik. konuyu hatırlamıyorum, çok da önemli değilmiş demek. randevu aldık. odaya girmeden önce birbirimize söz verdik..çok sert konuşacağız ve istediğimizi alacağız. hamit de bizimle. herkes "tamam" dedi. yaşımızın çok ilerisinde çatık kaşlarla odaya girdik masaya oturduk. sert sert bakıyoruz etrafa. çok artistiz. adam “buyrun?” dedi ve sigaraya uzandı. hamit önünü ilikledi, aniden ayağa fırladı ve “ben yakayım boşkanımm!” dedi, gitti adamın sigarasını yaktı..bütün büyüyü bozdu. o dakikadan itibaren artık girdiğimiz tribin hiçbir anlamı kalmadı. adam da 45dk. kesintisiz süleyman demirel gibi konuşa konuşa bizi uyuttu, salladı gitti. yalakaydı hamit.

    bir gece karar verdik, süleyman demirel’i ziyaret edeceğiz. “nasıl gideceğiz?” dedik. bir arkadaşımızın minibüsü vardı, “ben götürürüm” dedi. kar-kış kıyamet..gece biz minibüse bindik, hiçbir randevu almadan süleyman demirel’le konuşmak için ankara’ya gittik. yoldan geçenlere “süleyman demirel nerede oturuyor?” diye sorduk, “güniz sokak” dediler. bazıları “ne yapacaksınız?” diye sordu, hamit de onlara “iade-i ziyarette bulunacağız” dedi. halbuki süleyman demirel bizi hiç ziyaret etmemişti. hiç de tanımıyordu. gururluydu hamit, kendini ezdirmezdi.

    minibüste elimde video kamerayla o anları kaydetmeye çalışıyordum. ancak bi ara çok küfürlü konuştuğumuzu farkettim ve çekim yaparken uyarı mahiyetinde "arkadaşlar yalnız bu kaydı annem-babam falan da izleyecek lütfen biraz daha dikkatli seçelim cümlelerimizi" dedim. 10 saniye falan bi sessizlik oldu, çıt çıkmıyordu. sessizliği hamit bozdu; "evet kasetin 3'ten2'si amnakoyyimla dolu" dedi. gülmekten kamerayı minibüsten düşürüyordum, komikti hamit.

    partide ne zaman bir başkanlık için seçim olsa, hamit muhakkak aday olurdu. neye aday olduğu hiç önemli değildi. bazen gençlik kolları başkanlığı’na, bazen il başkanlığı’na, bazen de haddini aşarak genel başkanlığa aday olurdu. biz de hep gülmek için hamit’in konuşmasını dinlemeye giderdik. bir gün yine bir başkanlık için adaydı bu. adaylar ve tabii ki hamit “kim ulan bu?”lar eşliğinde konuşmasını yaptı. yerine oturdu. konuşmasının ardından oylar açıklandı. iki aday eşit, diğer adaylar da çok az oy almıştı. hamit ise sadece 1 oy almıştı. hamit’e oy veren tek kişi kendisiydi. iki eşit oy alan aday tekrar kapışacaktı. yani herkes iki aday için tekrar oy verecekti. bu durumda, hamit’in oyu da önem kazandı. hamit söz istedi, mikrofona geldi. herkes ne diyecek diye gözünün içine bakıyordu hamit’in..ve hamit oldukça ciddi bir surat ifadesiyle “bana oy verenler serbesttir” dedi. yerlere yattık gülmekten. başkan olmasa da başkanmış gibi, arkasında kitleler varmış gibi davranırdı hamit.

    biz hamit’i çok severdik. bir gün burun etimi aldırmak için ameliyat oldum. narkozun etkisi yavaş yavaş geçiyordu. herkes başımda, abim “ne istersin?” dedi. ben “hamit” dedim. annem “hamit kim ya?” dedi, abim “arkadaşı” dedi. hamit’in numarasını bulup aradılar, hemen taksiyle geldi hamit. sonradan öğrendim ki taksi parasını kendi ödemiş, abim ödemek istemiş kabul etmemiş. o gelene kadar biraz ayılmıştım. başladık hamit’le gülmeye. ne annem, ne babam hiç ısınmadılar hamit’e ama kötü gün dostuydu hamit.

    ahmet altan aşk romanları, mehmet ali erbil özlem yıldız’a, hamit ise ldp’deki tüm kızlara yazardı. ama sorsan kimseyi beğenmezdi. sevdiğini söylemezdi hamit. ldp’nin popüler olduğu yıllar..biz gençlik kolları olarak neredeyse her hafta protesto gösterileri düzenliyorduk ve devlet yine doğalgaza zam yapmıştı. biz de dedik ki, “doğalgazık eylemi yapalım”. yalnız kocaman bir kazık bulmamız lazım. en az 1 metre. o hafta çok kar yağıyor..okullar, iş yerleri her yer tatil. hamit “ben bulurum.” dedi.

    “tamam” dedik. hiçbirimiz inanmadık hamit’e. arabası yok, parası yok, her yer tatil, kar-çamur, nereden kazık yaptıracak? “gene atıyor” dedik. beni aradı, “nereye geleyim?” dedi..öyle sorunca verdik adresi. ancak saat çok geç oldu, hamit yok. arıyoruz, cebi kapalı. “ulan yine salladı” dedik. çıkmaya yakın pencereden baktım. biri elinde kocaman bir şey ile karların içinden ağır ağır yürüyor. geldi, çaldı kapıyı, neredeyse 1,5 metrelik devasa bir kazık elinde. keresteci bi tanıdığında yaptırmış. “sen nasıl geldin olm bu karda bununla?” dedik.. 3 durak önceye kadar parası yetmiş, oradan yürümüş! şarjı da bitmiş. hiçbir şey söylemeden, elektrikli sobanın önüne gitti. ayaklarını sobanın önüne uzattı ve uyudu. vefalıydı hamit. [zamanında uzun uğraşlar sonucu bulabildiğim 'doğalgazık eylemi'ni izlemek için tıklayınız; https://youtu.be/s3u4yeasm_e hamit şu en önde kazığı taşıyan çakma deri montlu arkadaş. ptt memuru kazığı almayınca tartışan da o. düşündüm de, bugün bırakın enerji bakanlığı'na, sıradan bir akp milletvekiline zamları protesto etmek için kazık göndermeye kalksak muhtemelen eylem esnasında o kazığı bizim gtümüze sokarlar.]

    yıllar çok ilerledi…biz hamit’le hiç kopmadık. besim tibuk’un partiyi bırakmasından sonra biz de soğuduk. çok gitmez olduk partiye ama 4-5 arkadaş hep buluşurduk. hamit ise her buluşmada olurdu. 3 kişi bile buluşsak birisi muhakkak hamit’ti. hamit bir telefoncuda çalışmaya başladı. o gün de yılbaşı. "ne yapacaksın yılbaşında hamit?" diye sordum, “dükkandayım” dedi. ben de “ulan yılbaşı dediğin nedir ki?” dedim, hamit’in çalıştığı dükkana gittik. bir de ne görelim? hamit saçlarına garip kimyasal bir boya sürüyor. balyajmış. “ne bu olm?” dedik, “2 saat duracak, sonra tüm kızlar bana hasta olacak” dedi. o sırada bir kız girdi dükkana, kontör alacakmış. hamit kafasında abuk subuk sardığı parlak balyajlarla kıza kontörü uzattı, parayı aldı, para üstünü verdi. yalnız bu hareketleri yaparken inanılmaz normal davranıyor. kız korku dolu bakışlar eşliğinde para üstünü alır almaz hayvan gibi kaçtı dükkandan. “hamit iğrençsin” dedim..”saçlarım harika oldu” şeklinde cevap verdi. çok rahat adamdı hamit, hiçbir şeyden çekinmezdi. o gece yılbaşını telefoncuda kutladık. hayatımın en güzel gecelerinden biriydi.

    yıllar ilerledi, bir gün yine buluşacaktık. hamit geldi ve "hastayım, doktora görünmem lazım” falan dedi. çok üstünde durmadık, hatta dalga geçtik para koparmaya çalışıyor diye… belli bir süre sonra hamit bize ameliyat olması gerektiğini söyledi.

    artık hamit’i ciddiye almaya başladığımız zamanlardı. doktoru ameliyatın iyi geçtiğini, çok kötü bir durum olmadığını ancak ilaçları kullanması gerektiğini söylemiş hamit’e. bizim hamit, kendini iyi hissedince ilaçları kullanmayı kesmiş. haberimiz yok..pek üstünde de değiliz bu konunun. basit bir şey sanıyor, eski günlerdeki gibi takılıyoruz. hamit tekrar fenalaştı. babası falan geldi memleketten. o güne kadar ilk kez hamit’in kan bağı olduğu birini gördük. akrabaları falan çıktı…o zamana kadar hamit hep tek adamdı.

    önce ankara’ya gitti, ameliyat oldu. oradan ambulansla istanbul’a naklettiler. arada sırada konuşabiliyorduk hamit’le. konuştuğumuz zamanlarda da ne dediğini anlamakta güçlük çekiyordum. yoğundu hamit’e verilen ilaçlar, konuşmakta zorlanıyordu. en son telefon görüşmemizde beni aramak istemiş. aradı, hemen açtım. birçok cümle söyledi, birçoğunu anlamadım ama bir ara “oğul ben gidiyorum…hakkını helal et” dedi. “hamit dalga geçme, doktorlarınla konuştuk, iyi konuşuyorlar, düzeleceksin” dedim. bu sefer ben atmıştım, çünkü doktorları iyi konuşmuyordu. en son öylece kapattık telefonu. öldü hamit. bu günlerde, 10 sene önce.

    o zamanlar hiçbir şey hissetmedim. hani başta çok acır ya için, sonraları geçer, azalır. bende tam tersi oluyor galiba. her geçen sene, hamit’in yokluğu daha çok acıtıyor içimi. çok ilginç bir adamdı hamit. çok enteresandı. ondan sonra hayattan çok soğudum. biz 5 arkadaştık. hamit öldükten sonra neredeyse bir daha hiç toplanmadık, toplanınca da hiç zevk almadık ettiğimiz muhabbetten..sonra birimiz evlendi, bir diğerimiz başka şehre gitti vs…telefonda bile çok konuşmadık. hamit olmadan bir anlamı yoktu artık o 4 kişinin, zira tüm muhabbet hamit üzerinden dönmekteydi.

    bilmediği şey yoktu hamit’in. bilmediği bir soru sorulunca da kesinlikle “bilmiyorum” demezdi, muhakkak bir cevabı vardı. ama sorunun cevabını düşündüğünü anlamamamız için, soruyu sorduğumuz anda “eyk?” dye bir ses çıkarır, soruyu anlamamış gibi yapar, tekrar sordurtur, zaman kazanırdı. kurnazdı hamit.

    o öldükten sonra bana o “eyk..” kaldı bu hayatta. öldüğünü öğrendiğim zaman da çıktı ağzımdan, çünkü çok anlamsız ve zamansız gitti. ve şimdi bu hayatta anlam veremediğim ne varsa ben hep “eyk..” derim. rahmetliden bana yadigar.

    extra: />
    eksisozluk / soner bastiat / #64464267

    2 əjdaha!

    26.07.2018 09:23, vahidred

    Yalnız deyilsən!

    Bu duyğuların müvəqqəti olduğunu və kömək mövcud olduğunu bilmək vacibdir. Dostlarınıza, ailənizə, profesionallara müraciət etməyiniz vacibdir. Sizi dinləmək və lazım olan dəstəyi təmin etmək istəyən insanlar var. Sözlük yazarları olaraq səni hər zaman dinləyə bilərik.

    Əgər yalnız hiss edirsənsə, 860 qaynar xəttinə müraciət etməyini tövsiyə edirik.

    165. başlıq: yatakta bana kant diye bağır diyen hegelci kız
    entry:
    dirty talking seven kadınlara bayılırım. hayatı sınırlarında yaşamayı, farklı deneyimleri tatmayı ve yeni ufuklara yelken açmayı düstur edinmişimdir.

    odtü sosyoloji bölümünü bu yaz bitirmiş, limon memeli ve tahta popolu da olsa entelektüel birikimyle beni etkilemiş, narin, kemik gözlüklü, kıvırcık saçlı sempatik hatun ile geçen hafta sözlükte tanıştım.

    hatun sevimli, seksi değil. ama hegel konuşabiliyoruz, wittgenstein'ın zırvaları hakkında hem fikiriz, engels ile ilgili çatışmalarımız olsa da yapıcı bir bağlamda tutabiliyoruz.

    vegan mutfağına hakim olduğumu söyleyip, "sana vegan burger yapmamı ister misin evde, bol nohutlu" diye bir öneride bulundum. dün eve geldik, vegan menümüzü bitirdik, tuvaletlere gittik tabii o kadar lifli gıda boşaltımı hızlandırıyor. kız tam bir hegel hastası, ben de müdahale etmiyorum. henüz genç ve heyecanlı.

    bir centilmen olduğum için detayları vermeyeceğim ama gecenin sonunda onu o 45 kg ağırlığı ile kucağımda buldum, öpüşüyoruz. ayıp olmasın diye memelerini de okşuyorum ama sanki harun abinin memeleri gibi. hatta harun abinin daha büyük.

    yatağa geçişimizle hatunun gözleri belerdi, göz bebeği küçüldü ve:

    "saçlarımdan çek ve "kant" diye bağır bana" dedi. inanılmaz bir kan akışı ve heyecan eşliğinde ona defalarca "sen kantçısın" "sen aslında tam bir kant perversin" "hegel'in diyalektiği tam bir çöp ve bunu sen de biliyorsun seni küçük adi gizli kantçı" diye bağırdım.

    çığlıklar, multiple orgazmlar eşliğinde yatağa yığıldık. bir süre tavanı izledik sessizce.

    hegel ve kant büyük adamlar.

    Yalnız deyilsən!

    Bu duyğuların müvəqqəti olduğunu və kömək mövcud olduğunu bilmək vacibdir. Dostlarınıza, ailənizə, profesionallara müraciət etməyiniz vacibdir. Sizi dinləmək və lazım olan dəstəyi təmin etmək istəyən insanlar var. Sözlük yazarları olaraq səni hər zaman dinləyə bilərik.

    Əgər yalnız hiss edirsənsə, 860 qaynar xəttinə müraciət etməyini tövsiyə edirik.

    166. https://eksisozluk.com/entry/118736162

    üniversitede hakan diye arkadaşım vardı benim yazılarımı takip edenler bilir. bu hakan denilen lavuk arkadaşım olmasından şiddetle hicap duyduğum bir davar. adam olumlu bir cümleden sonra gelen "ama" bağlacı gibi. kendinden önce yazılan her şeyi geçersiz kılıyor. adamın ortama girip bozmadığı bir sik yok. arıyorum, bakıyorum yok. adamın faydası yok ya valla billaha yok. size durumu bir örnekle özetlemek isterim;

    bir arkadaşımız motor kazasından vefat etmişti vefat eden arkadaşın adı mehmet, kardeşinin adı da ozan'dı. ozan mehmet'ten daha yakın arkadaşımızdı. o zamanlar hakan askerde olmasından mütevellit cenazeye katılamamış. bu olaydan 2 ay sonra askerden dönmüştü. bizim evde toplandık. ozan tuvalte girdi. tam o sırada hakan eve geldi. içeri girer girmez, bağıra bağıra "ulan mehmet güzel adamdı amına koyayım. keşke ozan ölseydi de memo ölmeseydi" dedi. bunu duyan ozan tuvalette sıçarken hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. herif koşarak evi terk etti ve bir daha yüzümüze bakmadı.

    ben böyle bir adamın yükünü yıllar boyunca sırtımda taşıdım. hatta benim mutfağımı yakmışlığı var bu ebu cehil'in. merak edenler için ahanda giri (baxma: #98085968" class="bbcodeout" title="#98085968- boş başlıq - bu barədə ilk sən yaz!" rel="nofollow">#98085968)

    neyse toparlayıp konuya gireyim.

    sefer diye arkadaşım vardı üniversitede. gayet bohem bir çocuktu. ne zaman intihar edeceği konusunda arkadaşlarla aramızda bahis tutmuştuk. insan gençliğinde tam bir orospu çocuğu olabiliyor.
    sefer ile münasebetim, merhaba merhaba dan ileri gitmezdi. benim başımda bela olan hakan, bu ipnenin etrafındaki kız çevresinden faydalanmak için sürekli buna yalaklık yapmakta, üniversitedeki mediko sosyaldan psikolog randevusu almaktaydı sefer için. valla amacına da ulaşıyordu. sefer'in etrafındaki en az sefer kadar bohem manitaları tek tek ayıklıyordu.

    sefer’in evinde yine parazit gibi yaşarken beni aradı, “gel lan çok güzel muhabbet var burada” diye. yapacak işim yok vardım gittim ben de bu davarın yanına.

    -kardeşim hoş geldin. seni arkadaşlarla tanıştırayım, bu sefer
    olum tanıyorum ben sefer'i
    -he tamam o zaman. sefer yakında bileklerini keser o zaman birlikte gideriz cenazesine

    ya usul izan bilmez avradını siktimin ayısı adamın duyacağı şekilde bağıra bağıra söylüyor bir de bunu. sefer de elinde laptop, hiç oralı değil. biz manitalarla makara yapıp nefesler, yudumlar arasında gidip gelirken bir anda sefer’den “oh be bitti” diye bir ses geldi.

    -31 mi çekiyodun lan sen orda
    hakan saçma salak konuşma. senaryo bitti.
    -oha sen senaryo mu yazıyodun lan
    hayvan herif 3 haftadır yüzüme baktığın mı var amına kodumun yerinde. hakan siktir git kardeşim bu evden.
    -aa neden böyle oldun sen. sen sinirli bir adamışsın.

    ben senaryo lafını duyunca, zaten yıllardır oraya buraya kısa hikayeler yazmamdan mütevellit, hemen kulakları diktim. “ne senaryosu?” diye sorunca “merakın var mı bu mevzulara” dedi

    -ben yıllardır kısa hikayeler yazarım. versene okuyayım senaryoyu.
    şimdi olmaz. biraz daha düzenleyeyim sana veririm okursun. sen bana telefonunu ver ben bitince arayayım seni.

    telefonlar alındı verildi. hakan evden siktir edildiği için ben de onunla bastım gittim evden.

    uzun bir zaman geçti aradan. benim telefonum çaldı. o gece çocuğun adını hatırlamamışım kafam güzel diye, “kesik bilek" diye kaydetmişim.

    -can yarın buluşalım da sen senaryoyu bir oku
    valla çok sevinirim. nerde buluşalım
    -bana gel sen akşam. arkadaşlar olacak. onlara da kopya aldım. birlikte okursunuz.

    adam bildiğin senarist agacım. herif senaryonun kopyasını alıp herkese dağıtıp okutacak.

    ben sefer'in evine gittim. ortam akıyor. tek erkek sefer ile ben varım geri kalan silme manita. herkesin elinde spiralli dosyalar. kalın kalın a4 ler okuma yapıyorlar. içiliyor, üfleniyor. bu bohem sefer'in evinde koltuk yoktu. yere minderler atmış, mülteci kampı ve sıra gecesi arasından gidip gelen bir viran.

    karşımda yeşil saçlı bir manita var. altında etek, yere oturmuş dizlerini de kendine doğru çekmiş. benim tansiyonum çıktı. okumayı unuttum amına koyayım. miras yedi yazıyor bir yerde "mimar sinan" diye okuyorum. bakmayayım diyorum o tarafa, kız bu sefer sanki tiki varmış gibi baldırlarını sallıyor, gözüm yine oraya kayıyor. bakın orada dev seks dönerdi arkadaşlar. yani öyle böyle değil. manitalar bana hasta diye değil çünkü yanımda sefer, kucağına almış manitanın birini yavaş yavaş soyuyordu. geriye ben ve 4 tane kız kalmıştı ve kızlar cidden içilen şeylerin de etkisiyle, bana dokunarak konuşmaya, yanıma gelip şuh ses tonuyla sorular sormaya başladılar.

    bu işi o kadar ciddiye almıştım ki sefer'e dönüp "abi ben bunu bir evde okuyup geleyim" dedim. ben dedim bunu. yaşım 21. ben. kafamı sikeyim.

    -tamam abi olur. sen git sakin kafayla oku
    aynen abi
    -can bir de bana, senaryoyu okuduktan sonra bu yazılanlara uygun bir deli karakteri yazsana, benim yazdığım bok gibi oldu
    amına korum kardeşim sen merak etme

    hey yavrum be. oldu lan işte. hayatım boyunca hayalini kurduğum mesleğin(ki hayatım boyunca dememe bakmayın yaş daha 20 o zamanlar) ilk adımını, çok tercih etmesem de, korku filmi senaryosuyla başlayacaktım. ileride yapılan röportajlarda " ya inanır mısın sevgili basın mensupları, benim ilk filmim üniversite zamanlarında arkadaşlar ile çektiğimiz bir filmdi. o zaman imkansızlıklar yüzünden harika bir senaryoyu berbat etmiştik. şimdi hazır imkanım varken o senaryoyu tekrar çekmeyi planlıyorum" gibi bir beyanat vermeyi hayal etmek, gece 31 çekip yatmaktan daha güzel geliyordu.

    ayaklarım götüme vura vura koştum gittim eve. kapıyı açıp eve girdiğimde hayvan gibi ağır bir kokuyla karşılaştım. ya biri büyük başını bizim eve soktu ya da ciddi anlamda oturma odasındaki halının ortasına biri sıçmıştı.

    "olum bu koku ne" diye bağıra bağıra girdim oturma odasına. içeri girdiğimde kırmızı büyük bir leğen içinde bağırsak temizleyen 2 kişi, koltukların birinde arka sokaktaki kokreççi şifa abi (evet adamın adı şifa) , yan teklide de hakan. amına kodumun moronları evin ortasında kokoreç mi temizliyor, ne yapıyorsa ev hayvan damı gibi kokuyor.

    -abi nabıyonuz siz
    kokoreçlerin içine karabiber tanesi yerleştiriyorlar
    -neden benim evimde yapıyosunuz abi
    şifa abinin dükkanı sağlık bakanlığından mühürlemişler.

    ulan ben oradan haftada en az 3 yarım yiyordum. siktimin öğrencilik hayatı. ucuz kokoreç yiyoruz diye bize doğada koşup oynaması gereken köpeciklerin bağırsaklarını yedirdiler muhtemelen.

    ben yine ufak çaplı bir sinir krizi geçirip, evde kapı pencere çarpa çarpa bu lavukları kovdum evden. hakan puştuna da 1 hafta bende kalmama cezası kestim. oturma odasını havalandırıp kapandım odama. başladım okumaya. o kadar kötü bir senaryoydu ki, senaryo ile ilgili tek olum tarafa yazım şekliydi. güzel araştırmış. şimdi size senaryoyu özetleyeyim,

    köyün imamı var. bütün köylüye imam nikahını bu adam kıymış fakat bu adam aslında ateistmiş, bu sebeple kıydığı bütün nikahlar düşüyor. bütün köy nikahsız yaşıyor ve köye "nikah cinleri" musallat oluyor. evet "nikah cinleri" doğru okudunuz. ben şimdi bu senaryoya deli yazıcam. deli karakterini iyi yazamamışmış. ulan it senin senaryo çöp çöp. tenezzül edip götümü silmem. şu an aklımla böyle düşünüyorum. fazla kafamda kurmamdan kaynaklı yeni bir exorsist ortaya çıkıyor sandıydım o vakit.

    ben, kendime göre, harika bir deli karakter yazdım. daha önceden senaryoyu okuduğumdan karakter o senaryoya cuk diye oturuyordu. biz bu yavşakla buluştuk. ben ana senaryoda bu karakteri araya sokacaktım o da bana ne kadar beğeneceğini söyleyecekti. nasıl olsa ben yetenekli adamım olum. hangi hayvan evladı benim yaptığım işi beğenmez.

    bu başladı senaryoyu okumaya,

    "fikret, 36 yaşlarında, saçları dökülmüş, ve sakaları bembeyaz olmuş bir adamdı. köyde herkes ona şefkat gösterir, kimse ile bir münakaşa olmazdı. gayet sakin bir deliydi. ellerinde, annesinin eski elbiselerinden şeritler halinde kestiği kumaşlar bulunuyordu. her gün bir dakika bile ayrılmadığı bakkalın önünden geçenlerin kollarına bu çaputları bağlıyordu. kendi gözünde onları kutsallaştırıyordu"

    -olum bu nasıl karakter amına koyayım. millete çaput bağlayan deli mi olur?
    lan deli işte. napacak başka. bir deliye göre gayet normal. olum bu köye musallat olmadılar mı? deli bunun farkında herkese çaput bağlayıp onları korumaya çalışıyor
    -sil abi bunu. koca köyü hacı baba türbesine döndürmüş amına kodumun delisi
    lan sen sanattan ne anlarsın
    -anlarım lan elimde kapı gibi senaryo var.

    içimde tuttuğum cerahati tek seferde söküp atmak için en muhtemel zamandı o an. benim yazdığım karakteri boklayan bir orospu evladının senaryosunun elle tutulur tarafının olmadığını o an farkına varıp kustum içimdekileri.

    -senin yazacağın senaryoyu sikerim sefer. yarak gibi senaryo amına koyayım. bu adam nikah kıyarken ateist değil miydi aln köpek. o zaman neden musallat olmadı bu cinler
    lan amcık adam sonradan ateist oluyor işte.
    -olum sen yazdığını okumuyon mu en başından beri ateist yazmışsın

    gerildik. elimde rulo yaptığım senaryoyla seferin burnuna vurdum. o da benim yanağıma aynı teknikle vurdu. birbirmizi rulo yapılmış yarak kürek senaryoyla dövmeye başladık. sonra durulduk.

    olum güzel senaryo kabul et
    -benim deli karakteri de güzel
    güzel evet bu şekilde olsun o zaman
    -olsun kardeşim.

    yine girdik cendereye. gençliğimin büyük umutları, kuvvetle muhtemel hüsranla bitecek büyük bir döngüye girdi yeniden. benim 21 yıllık hayat tecrübemi dikkate kim alacaktı da bu senaryoyu çekecekti bize acaba. bunları kendime çok söylemedim. kafamın arkasındaki karanlık odaya, ayaklarından zincirlediğim "bir gün yaşadığım hayat bana dar gelecek ve ben vazgeçicem" düşüncesinin yanına, kafasına bir odun vurarak bayıltıp zincirledim.

    2 gün sonra sefer beni aradı. "yapımcı buldum olum yarın sizin eve gelecekler. adresi verdim" dedi

    -olum bizim evi neden veriyorsun
    benim evde koltuk yok. koca film şirketini mindere mi oturtalım

    bizim evde de kokoreç temizliyolar diyemedim.

    gün geldi çattı. sefer eve geldi. hakan, ben, sefer oturduk yapımcıları bekliyoruz. ben gömlek giydim lan üstüme. olduk mu sırtlan gibi. amına kodumun beyaz gömleği o kadar ince ki meme uçlarım, göğüs kıllarım ve dövmelerim gözüküyor. ya torba tutuyorum gibi ama değil de gibi. neyse kapı çaldı. sefer ile üstümüzü başımızı düzelttik. koştuk kapıya. açtık. gelen kokoreççi. anasını avradını siktimin hakan'ı, karnımıza ağrılar girerken kendine yarım kokoreç söylemiş. bize de söylememiş. şifa abi elinde beyaz torbayla, koca göbeği, kış günü nerden geldiği çok da belli olmayan alın teriyle karşımızda, hırıltılar ve bıyık altı sırıtmasıyla bize bakıyordu. biz şifa abiyle sonu öpüşmeye gidecek uzun bir bakışmayla meşgulken arkadan hakan gelip şifa abinin elinden kokreçleri aldı.

    -neden böyle tiril tiril giyindiniz gençler
    abi bu mallar film çekecek. yapımcı bekliyor.
    -nası film? mikili film mi?

    ****3 dakika kadar ağızlarından tükürükler saçarak güldüler***

    yok abi ya korku filmi çekecekler.
    -kaç paraya çekerler. nasıl oluyo bu işler

    ben dellendim artık. bakın bu bir "yaptığı işi küçümseme" değil ama amına kodumun kokoreççisi gelmiş bizim yazdığımız kapı gibi (o aralar harika bir senaryo gibi geliyordu bana) senaryo ile taşak geçiyordu

    abi sen ne anlıcan. adam para veriyo film çekiliyo sonra gişeden karını alıyor
    -çok para var mı bu işlerde?
    büyük para dönüyor.
    -vay amına koyayım.

    dur dedi sizi şimdi kazıklarlar ben de geleyim oturayım yanınızda. başınızda bir büyük olsun. şifa abi ve koca göbeği geldi oturdu odaya. biz de itiraz etmedik duruma çünkü abi bizim büyük kazıklarlar. biz ne anları pazarlıktan esnaflıktan ama yani dükkanı mühürlenmiş bir esnafa da güvenmek yine bizim zayıf noktamız olarak gördüğümüz gençliğimizin hatasıydı.

    bekledik. saatlerce bekledik. gelen giden olmadı haliyle. sefer defalarca aradı adamları. açan da olmadı. sonra şifa abi "ben tarlayı satayım size film çekeyim ama hasılatın p ini alırım "dedi. bizim büyük buhranımızın yanına yanaşıp taciz etmeye başladı bu köylü kurnazı. teslim olduk tabi. "tamam abi çekelim filmi. sat sen tarlayı" dedik. verin dedi senaryoyu okuyayım size haber ederim dedi. bastı gitti evden.

    bekledik. günlerce bekledik. arayan eden olmadı. haber geldi sonra bize şifa abinin dükkanı açılmış diye. aldım sefer'i gittik dükkana. sefer abi kokoreçin başında, alnında yağlı bir ter.

    -şifa abi naptın ya sattın mı tarlayı
    sattım kardeşim
    -e abi çekmiyor muyuz filmi?
    ben dükkan aldım o parayla. şube açıyorum
    -abi hani film çekecektik.
    bilader nikah cini mi olur amına koyayım.

    sefer sinirden kıpkırmızı oldu. oturduğumuz masadaki kürdanları yere attı. sonra yaptığından pişman olup yerden topladı. biz sefer'le kaderimizi sike sike koyulduk yola

    -ben dedim abi senaryon saçma diye
    ya can sikerim seni şimdi. ağzının suyu akıyodu amcık. sen demedin mi senaryoyu okurken 31 çektim diye
    -demedim
    dedin lan

    sonra biz sefer'le tekme tokat birbirimize girdik şifa abinin dükkanı yakınında. şifa abi dükkandan koşup bizi ayırdı. elimize verdi yarım kokreçleri bir de ayran. biz burnumuzu çeke çeke yemeye başladık

    -şifa abi senin dükkanı neden mühürlediler
    ya sağlık bakanlığından geldiklerinde, bizim mutfakta eleman kokoreçi beline dolamış öyle yakalanmış adamlara.
    -abi nasıl iş bu ya
    doğru diyon kardeşim. koluna dolasın diye defalarca dedim.

    sefer kustu.
« / 17 »



üzv ol
Modalı bağla





...